40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.319,39%0,53
3.335,86%0,37
10.219,67%-0,06
02:00
21 Aralık 2025 Pazar
Kazakistan‘ın Antalya Başkonsolosu Kuat Kanafeyev, Türk girişimcilerin Kazakistan‘da tarım, inşaat, sanayi, enerji ve lojistik alanlara ilgi gösterdiğini belirterek, Türk yatırımcıları ülkesine davet etti.
Kanafeyev, AA muhabirine, Kazakistan‘ın 16 Aralık 1991’de bağımsızlığını kazandığını ve Türkiye’nin Kazakistan‘ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olduğunu söyledi.
Bağımsızlık yılları boyunca Kazakistan‘ın zorlu ancak son derece önemli bir gelişim sürecinden geçtiğini anlatan Kanafeyev, özellikle 1990’lı yılların başında ciddi ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kaldıklarını belirtti.
Zaman içerisinde ekonomiyi güçlendirmeyi, devlet kurumlarını oluşturmayı ve yabancı yatırımları Kazakistan‘a çekmeyi başardıklarını aktaran Kanafeyev, ” Kazakistan, diyalog, güven ve barışçıl işbirliğine dayalı açık bir dış politika anlayışını benimsedi. Biz bilinçli şekilde barışı ve karşılıklı anlayışı esas aldık.” dedi.
Ülkelerine yabancı yatırımcıları da çektiklerini dile getiren Kanafeyev, yatırımcılara öngörülebilirlik, koruma ve büyüme imkanları sunduklarını bildirdi.
Siyasi ve ekonomik istikrar, vergi teşvikleri, serbest ekonomik bölgeler ve yatırımların korunmasına yönelik devlet garantilerinin yatırımcıların ülkelerine gelmesinde önemli etken olduğunu ifade eden Kanafeyev, “Astana Uluslararası Finans Merkezi, İngiliz ortak hukuk sistemi esaslarına göre çalışmakta ve dünya çapında bağımsız yargıçların görev yaptığı bir yapıya sahiptir. Bu da yatırımcılara yüksek düzeyde hukuki güvence ve güven ortamı sağlamaktadır. Devlet destek mekanizmaları ve ‘tek durak ofis’ ilkesi de ülkemizin yatırım cazibesini artıran önemli unsurlar arasındadır.” diye konuştu.
“Türk yatırımcıları desteklemeye hazırız”
Kuat Kanafeyev, Kazakistan‘ın zengin doğal kaynak potansiyeli, geniş yüz ölçümü ve Orta Asya ile Avrasya Ekonomik Birliği pazarlarına erişim imkanları sayesinde büyük ölçekli büyüme fırsatları sunduğunu kaydetti.
Bugün Kazakistan‘ın yeni yatırım politikası izlediğini, üretim, teknolojik gelişme ve inovasyona yönelik alanlara öncelik verdiğini vurgulayan Kanafeyev, şunları söyledi:
“Hem büyük ölçekli yatırımlara hem de küçük ve orta ölçekli işletmelere açık bir yaklaşım benimsiyoruz. Türkiye’de gerçekleştirilen iş görüşmeleri ve iş forumları, Türk girişimcilerin özellikle tarım, inşaat, sanayi, enerji ve lojistik alanlarında Kazakistan‘a ciddi ilgi gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu çerçevede Türk yatırımcıların Kazakistan‘a gelmelerini, iş dünyasıyla doğrudan temas kurmalarını ve olası işbirliği alanlarını değerlendirmelerini desteklemeye hazırız.”
Tarihi İpek Yolu, iki ülkenin konumunu güçlendiriyor
Başkonsolos Kanafeyev, tarihi İpek Yolu’nun bugün modern demir yolları, kara yolları, limanlar ve lojistik merkezler aracılığıyla yeni biçim kazandığını belirtti.
Çin ile Avrupa arasındaki yük taşımacılığının yaklaşık yüzde 85’inin Kazakistan topraklarından geçtiğini dile getiren Kanafeyev, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu yönüyle Kazakistan, Orta Asya, Çin, Rusya ve Avrupa’nın hızla büyüyen pazarlarına erişim sağlayan, Avrasya coğrafyasındaki kilit bir ulaşım ve lojistik merkez konumundadır. Coğrafi konumumuz, Kazakistan’ı hem gerçek hem de sembolik anlamda Doğu ile Batı arasında bir köprü haline getirmiştir. Bu durumun Türkiye açısından da özel bir önem taşıdığına inanıyorum. Zira Kazakistan üzerinden geçen güzergahlar, Türkiye’nin Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’yı birbirine bağlayan kilit bir lojistik merkez olarak konumunu daha da güçlendirmektedir.”
Kazakistan’da dijitalleşme alanında da önemli çalışmalar yapıldığının altını çizen Kanafeyev, ülkede sunulan kamu hizmetlerinin yüzde 90’ından fazlasının çevrim içi olarak erişilebilir durumda olduğunu ve bu durumun da işlemleri hızlandırdığını kaydetti.
Bir işletmenin kuruluşu için gerekli çeşitli belge ve sertifikaların düzenlenmesi gibi pek çok işlemin dijital ortamda gerçekleştirilebildiğini ifade eden Kanafeyev, daha az bürokrasi, daha az bekleme süresi ve daha az kağıt kullanımına imkan sağlandığını sözlerine ekledi.
Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Uluslararası İlişkiler Uzmanı ve Afrika Araştırmacısı Buğra Anıl Evgin, Afrika diasporasının köle ticareti ve sömürgecilik sonucu ortaya çıktığını belirterek bu yapının yalnızca tarihsel bir kopuş değil; kimlik, hafıza ve direniş temelinde şekillenen toplumsal bir olgu olduğunu söyledi.
Evgin, AA muhabirine, Afrika diasporasının tarihsel kökenleri, küresel ölçekteki siyasal ve kültürel etkileri ile Türkiye’deki Afrika diasporasının kendine özgü dinamiklerine ilişkin açıklamalarda bulundu.
“Afrika ve Türk Diasporası” başlıklı kitabı da kaleme alan Evgin, Afrika diasporasının, köle ticareti, sömürgecilik ile zorunlu ve gönüllü göçler sonucunda Afrika ana vatanından koparılan halkların dünyanın farklı bölgelerine yayılmasıyla ortaya çıkan çok katmanlı tarihsel ve toplumsal bir olgu olduğunu belirtti.
Afrikalı-Amerikalı sosyolog W.E.B. Du Bois ile Pan-Afrikanist düşünür ve diplomat Edward Blyden gibi isimlerin “diaspora” kavramını yalnızca coğrafi bir ayrılık olarak ele almadığını vurgulayan Evgin, bu yaklaşımın ortak tarihsel hafıza ve bilinç alanına işaret ettiğinin altını çizdi.
Evgin, “Afrika diasporası, kimlik, aidiyet ve dayanışma temelinde şekillenen kolektif bir yapıdır. Bu olgu, yalnızca göçle açıklanamaz. Diaspora, tarihsel bir zorunluluk hareketinin parçasıdır.” dedi.
Atlantik köle ticaretinin, Afrika diasporasının kurucu unsuru olarak değerlendirilmesi gerektiğine dikkati çeken Evgin, bu sürecin yalnızca fiziksel yer değiştirme değil, derin bir toplumsal kopuş yarattığını anlattı.
Buğra Anıl Evgin, Afrika diasporasını diğer diasporalardan ayıran temel unsurun, zorla koparılma ve kölelik deneyiminin merkezi bir rol üstlenmesi olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti:
“Jamaikalı sosyolog ve tarihçi Orlando Patterson, köleliği ‘toplumsal ölüm’ kavramıyla açıklar. Afrikalılar, yalnızca fiziksel olarak değil kimlik, aidiyet ve toplumsal bağlar açısından da koparılmıştır. Dolayısıyla diaspora, göçten çok daha geniş bir anlam taşır ve zorla yerinden edilme, köleleştirme ve tarihsel şiddeti kapsayan bir süreçtir.”
“Yaklaşık 12 milyon Afrikalı Amerika ve Avrupa’ya zorla götürülmüştür”
Afrika diasporasının gönüllü göçten ziyade sistematik şiddet ve sömürgecilik temelinde oluştuğunu belirten Evgin, bu durumun ortak bir travmatik hafıza yarattığını dile getirdi.
Buğra Anıl Evgin, “Bu travmatik hafıza, siyah milliyetçiliği ile Pan-Afrikanist düşüncenin gelişimini besledi.” diyerek diasporanın yalnızca mağduriyet alanı olmadığını, bilinç ve mücadele alanı da olduğunu vurguladı.
Afrika diasporasının oluşumunda köle ticaretinin belirleyici rol oynadığına işaret eden Evgin, milyonlarca Afrikalının bu süreçte ana vatanlarından koparıldığını ve büyük bir nüfus kaybı yaşandığını kaydetti.
Evgin, “Yaklaşık 12 milyon Afrikalı, Amerika ve Avrupa’ya zorla götürülmüştür. Milyonlarcası ise bu süreçte hayatını kaybetmiştir. Patrick Manning ve Orlando Patterson gibi isimler, köle ticaretinin yalnızca nüfus kaybına değil, Afrika’nın ekonomik, siyasal ve kültürel zayıflamasına da yol açtığını ortaya koymuştur.” diye konuştu.
“Müzik diaspora için güçlü bir direniş ve birlik aracı oldu”
Afrika diasporasında “Afrikalılık” kimliğinin, biyolojik kökenden ziyade ortak tarihsel deneyimler üzerinden inşa edildiğini vurgulayan Evgin kölelik, sömürgecilik, ırkçılık ve direniş kavramlarının bu kimliğin temel taşlarını oluşturduğunu söyledi.
Kültürel üretimin, Afrika diasporası kimliğinin aktarımında merkezi rol oynadığına işaret eden Buğra Anıl Evgin, “Özellikle müzik, diaspora için güçlü bir direniş ve birlik aracı oldu. Bob Marley, müziği aracılığıyla Pan-Afrikanist düşünceyi ve Afrika birliği fikrini küresel ölçekte yaymıştır. ‘Unity of Africa’ gibi eserler, diasporanın kolektif hafızasını ve siyasal bilincini canlı tutmuştur.” ifadelerine yer verdi.
Evgin, Afrika diasporasının yaşadıkları ülkelerde siyaset, sanat ve ekonomi alanlarında dönüştürücü bir rol oynadığını belirterek “Bu etki, özellikle eşitlik ve özgürlük mücadelesinde görünür hale geldi. Marcus Garvey’in örgütlenme faaliyetleri, Malcolm X’in siyasal söylemleri ve Bob Marley’in kültürel etkisi, diasporanın bulundukları toplumlarda dönüştürücü bir rol oynadığını göstermektedir.” dedi.
Diaspora ataşelikleri, Türkiye-Afrika ilişkilerine katkı sağlayacaktır”
Buğra Anıl Evgin, Türkiye’deki Afrika diasporasının, kendine özgü tarihsel ve siyasal dinamiklere sahip olduğunu söyledi.
Osmanlı döneminde Afrika coğrafyasıyla kurulan idari, ticari ve kültürel ilişkilerin bugün Türkiye-Afrika temaslarının tarihsel zeminini oluşturduğunu vurgulayan Evgin, bu mirasın Türkiye’nin Afrika toplumları nezdinde “sömürgeci bir aktör” olarak algılanmamasında belirleyici rol oynadığının altını çizdi.
Evgin, “Tarihsel hafıza açısından bakıldığında, Türkiye ile Afrika toplumları arasında sömürgecilik deneyimine dayanmayan bir ilişki zemini bulunmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin Afrika politikasında güven temelli ve karşılıklı faydaya dayalı bir yaklaşım geliştirmesini mümkün kılmaktadır.” diye konuştu.
2000’li yıllardan sonra hız kazanan Türkiye’nin Afrika açılımının, Afrika diasporasının Türkiye’deki görünürlüğünü artırdığını vurgulayan Evgin, buna rağmen diasporanın kurumsal temsili, karar alma süreçlerine katılımı ve devletle düzenli iletişiminin halen sınırlı olduğunu söyledi.
Buğra Anıl Evgin, Türkiye’deki Afrika diasporasını yalnızca bir göç olgusu olarak değil, Türkiye-Afrika ilişkilerine katkı sunabilecek “stratejik bir toplumsal aktör” olarak ele alınması gerektiğine işaret ederek “Bu potansiyelin açığa çıkarılması hem diaspora topluluklarının uyumunu güçlendirecek hem de Türkiye’nin Afrika politikalarına toplumsal bir derinlik kazandıracaktır.” dedi.
Diaspora ataşeliği gibi kurumsal mekanizmaların önemine işaret eden Evgin, “Diaspora ataşelikleri aracılığıyla kurulacak sistemli yapı, Türkiye-Afrika ilişkilerinin yalnızca devletler arası değil, toplumlar arası, sürdürülebilir ve kazan-kazan esaslı işbirliği modeline dönüşmesine katkı sağlayacaktır.” ifadesini kullandı.
İstanbul‘da düzenlenen operasyonda, hakkında “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan arama kararı bulunan FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in yeğeni Yasir Gülen yakalandı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve İstihbarat Şube Müdürlüğü koordinesinde, Fetullahçı Terör Örgütü’nden (FETÖ) arananların yakalanmasına yönelik çalışma yürütüldü.
Çalışmalarda, FETÖ kapsamında “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan aranması bulunan, Bank Asya hesaplarında artış olan ve sözde sohbetlere katıldığı tespit edilen örgütün elebaşı Fetullah Gülen’in ağabeyi Salih Gülen’in oğlu Yasir Gülen’in İstanbul’da olduğu belirlendi.
Ekipler, teknik ve fiziki takibin ardından şüphelinin Ümraniye’de saklandığı adresi tespit etti.
Söz konusu adrese düzenlenen operasyonla yakalanan zanlı, işlemleri için emniyete götürüldü.
Almanya‘da Magdeburg-Stendal Yüksek Okulu Öğretim Üyesi, sosyolog ve aşırı sağ uzmanı Prof. Dr. Matthias Quent, Almanya için Alternatif (AfD) Partisinin “Almanya Nesli (Generation Deutschland)” adlı yeni gençlik teşkilatının kurulmasının, aşırı sağcı ve ırkçı çevrenin partiye daha da yaklaşması anlamına geldiğini söyledi.
Almanya iç istihbarat servisi Anayasayı Koruma Teşkilatı (BfV) tarafından AfD’nin “Junge Alternative (JA)” adlı gençlik teşkilatını “kesin aşırı sağcı” olarak sınıflandırılmasının ardından JA mart sonu kendisini feshetme, AfD de partiye zarar vermemesi için JA’dan ayrılma ve yeni gençlik teşkilatı kurulması kararı aldı.
Bu gelişmelerin ardından AfD, kasım sonunda “Almanya Nesli” adlı yeni gençlik örgütünü kurdu.
Giessen kentinde yapılan kongrede, gençlik teşkilatı için 35 yaş sınırı getirildi. Daha önceki gençlik teşkilatı olan JA’dan farklı olarak yeni gençlik örgütünün her üyesi AfD’ye de üye olmak zorunda.
Alman medyası, yeni örgütün en az selefi kadar aşırı sağcı olduğunu belirtiyor.
Gençler ciddiye alınmadıklarını düşünüyor
Magdeburg-Stendal Yüksek Okulu Öğretim Üyesi ve ülkenin tanınmış sosyologlarından olan aşırı sağ uzmanı Prof. Dr. Quent, aşırı sağın Almanya’da kendisini ne şekilde belli ettiğine ve yeni kurulan “Almanya Nesli” örgütüne ilişkin AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
Prof. Dr. Quent, Almanya’da aşırı sağın farklı düzeylerde, özellikle toplumsal azınlıklara ve diğer etnik gruplara yönelik saldırılarda ortaya çıkarak kendini gösterdiğini söyledi.
Bunun kurumlar ve okullar üzerinde kurulan baskı şeklinde de kendini gösterdiğini vurgulayan Quent, “Yani demokratik eğitimi engelleyerek… Ancak bu baskı, AfD’nin önemli ölçüde radikalleşmesiyle özellikle parlamenter alanda giderek daha fazla kendisini gösteriyor.” dedi.
Matthias Quent, gençlerin radikalleşmesinin, çoğu zaman aileler üzerinden gerçekleştiğini belirterek gençlerin ebeveynlerinin siyasi söylemlerini benimsediğini, daha sonra bu söylemleri daha da keskin hale getirdiklerini dile getirdi.
Gençlerin, kendilerini ciddiye alınmadığını düşündüklerini aktaran Quent, “Bu Kovid-19 krizi sırasında böyleydi, bugün de zorunlu askerlik ve iklim gibi konular söz konusu olduğunda yeniden böyle. Gençlerin büyük kısmı, seslerinin duyulmadığını hissediyor.” ifadesini kullandı.
Prof. Dr. Quent bunun sonucunda gençlerin bir bölümünün AfD’ye ve aşırı sağa, bundan biraz daha büyük kesimin ise daha çok sol uçta yer alan Sol Partiye yöneldiğini vurguladı.
AfD’nin yeni kurulan gençlik teşkilatına ilişkin değerlendirmede bulunan Quent, “AfD’nin gençlik örgütünün, şimdi ‘Almanya Nesli’ ismiyle yeniden kurulması aşırı sağcı, ırkçı çevrenin partiye daha fazla yaklaşması anlamına geliyor. Bu çevre, böylece (partiye) daha güçlü dahil ediliyor, böylelikle partinin parçası oluyor ve özellikle profesyonelleşiyor.” diye konuştu.
Prof. Dr. Matthias Quent, bunun da tüm partinin daha da radikalleşmesinin bir başka kanıtı olduğuna işaret ederek “Burada herhangi bir ılımlı olma ya da en azından taktiksel bir medenileşme görülmüyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Bu yeni gençlik örgütünün, AfD’nin üst yönetim kademeleriyle ve özellikle parlamento dışındaki aşırı sağcı çevrelerde de çok iyi bir ağ kurduğuna dikkati çeken Quent, “Özellikle sözde Devlet Politikaları Enstitüsü etrafında şekillenen yeni (aşırı) sağa mensup ‘Kimlikçi Hareket’ ile ve partiye doğrudan erişim imkanı bulan tüm diğer ve küçük, yerel örgütlerle ağ kuruyor.” ifadesini kullandı.
Quent, Almanya’da 1990’lardaki aşırı sağ ile bu dönemde görülen aşırı sağ arasındaki farklılıklara ilişkin, “1990’daki aşırı sağcılık çok daha açık, proleter ve özellikle alt kültürel bir karaktere sahipti.” dedi.
Aşırı sağcılar, dış görünüşlerinden tanınmıyor
Bugün ise etnik bir halk anlayışı gibi ortak özelliği olan bir “burjuva” aşırı sağcılığın ortaya çıktığını anlatan Matthias Quent, “Yani ırkçı bir temeli var ancak tavrı görünümü, terimleri ve çevresi bakımından farklı. Bu, ideolojik olarak büyük benzerliklerin olduğu ancak (dış) görünüş olarak çok farklı olduğu anlamına geliyor. Günümüzde aşırı sağcılar, artık dış görünüşlerinden tanınmıyor.” diye konuştu.
Prof. Dr. Quent, aşırı sağcı eğilimlere öncelikle toplumdaki karşıt güçleri güçlendirerek ve gençlere alternatiflerin olduğunu fark ettirerek karşı koyulabileceğini vurgulayarak bunun da demokratik ve ırkçılık karşıtı düşünceleri destekleyerek, eğitimle ve Anayasa Mahkemesinin AfD’yi yasaklama kararını incelemeye almasına kadar yasal araçları kullanarak yapılabileceğini anlattı.
Ancak AfD’nin yasaklanmasının karmaşık ve uzun bir süreç olacağını söyleyen Matthias Quent, adil ve hukuk devleti ilkelerine uygun bir süreç içinde AfD’nin yasağının incelenmesi yönündeki argümanların ağır bastığını kaydetti.
Şanlıurfa‘da motosiklet üzerinde av tüfeğiyle havaya ateş edilmesiyle ilgili 1 şüpheli gözaltına alındı.
Vali Hasan Şıldak, ABD merkezli X şirketinin sosyal medya platformundan yaptığı paylaşımda, Suruç ilçesinde motosiklet üzerinde ilerleyen iki kişiden birinin av tüfeği ile havaya ateş ettiği bilgisi üzerine İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerince inceleme başlatıldığını bildirdi.
Yapılan incelemede motosiklet üzerindeki 2 kişinin kimliklerinin belirlendiğini ifade eden Şıldak, motosikleti kullanan F.E’nin gözaltına alındığını ifade etti.
F.E. hakkında, “Genel Güvenliğin Kasten Tehlikeye Sokulması” suçundan dolayı adli işlem başlatıldığını belirten Şıldak, sürücü hakkında ayrıca ehliyetsiz ve plakasız araç kullanma, kask takmama dolayısıyla toplam 63 bin 326 Türk Lirası trafik parası cezası uygulandığını kaydetti.