40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.319,39%0,53
3.335,86%0,37
10.219,67%-0,06
02:00
20 Aralık 2025 Cumartesi

TUZLA’da yol kenarında oyuncak silahla şakalaşan motosikletli grubun yanından kız arkadaşıyla geçen başka bir motosikletli, silahı gerçek sanarak durdu. Olayın şaka olduğunu fark eden motosikletli, bu kez yanındaki bıçağı çıkararak gruptakileri tehdit etti. Yaşananlar motosiklet sürücüsünün kask kamerasına yansıdı.

EGE Üniversitesi (EÜ) Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şerafettin Aşık, suyun yüzde 79’unun kullanıldığı tarım sektöründe kuraklıkla mücadelede yağmur suyu hasadının önem arz ettiğini belirterek, “En iyi su hasadı deposu topraktır. Topraktaki mevcut nemi tutmak da su hasadıdır” dedi.
Kuraklık ve yağış azlığı nedeniyle su kaynakları her geçen gün azalıyor. Suyun büyük çoğunluğunun kullanıldığı tarım sektöründe kuraklıkla mücadele ve sürdürülebilir üretim için su kaynaklarının etkin kullanımı, yağmur suyu hasadı ve kısıntılı sulama yaklaşımları, tarımın geleceği için önem arz ediyor. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şerafettin Aşık tarafından İzmir’de zeytin ağaçları üzerinde yürütülen ‘Akıllı Dijital Toprak Nem Sensörleriyle İzlenen Farklı Yağmur Suyu Hasat Yöntemlerinin Sürdürülebilir Zeytin Üretiminde Kullanılabilme Potansiyelinin Toprak ve Bitki Özellikleri ile Sosyoekonomik Açıdan Değerlendirilmesi’ projesiyle yağan yağmur suyu hem çatıdan hem de topraktan hasat ediliyor.
Türkiye’de ve İzmir’de su sıkıntısı yaşandığını, kısıtlı su kaynaklarının yüzde 79’unun tarımda kullanıldığına dikkati çeken Prof. Dr. Aşık, bu durumun artık sürdürülebilir olmadığını kaydetti. Prof. Dr. Aşık, “Tarımda su kullanımını ne kadar düşürürsek sanayiye ve evsel kullanımına da o kadar su tahsis etmiş olacağız, barajlarımızdaki suyu da daha çok tutmuş olacağız. Su kaynaklarımız tarımda yoğun kullanılıyor. Bunu azaltmamız lazım” dedi.
‘GÖKTEN YAĞANI TUTMAMIZ LAZIM’
“Yer altı suyu kenara koyduğunuz bir para gibidir, hemen harcanmaz, yastık altıdır” diyen Prof. Dr. Aşık, şöyle devam etti:
“Maalesef bugün yastık altında ne varsa kullanılıyor. Yer altı suyu stratejik sudur, en son başvurulur. Maalesef izinsiz kuyular var. Geçmişte yer altı suyu çok daha yüzeydeydi, bugün 200-300 metrelerde. En büyük sıkıntılardan biri eğer bulunduğunuz lokasyonun denizle bağlantısı varsa yer altı suyuna tuzlu su girişidir. Tuzlu su yer altı suyuna karıştığı andan itibaren artık o suyu kurtarma şansınız yok. Yağmur yağdı yağacak diye gök kubbeyle uğraşmaya gerek yok. Gökten yağanı tutmamız lazım.”
‘TOPRAKTAKİ MEVCUT NEMİ TUTMAK DA SU HASADIDIR’
Hayata geçirdikleri yağmur suyu hasadı projesiyle yağan yağmurları bitkilere sunmayı amaçladıklarını aktaran Prof. Dr. Aşık, “Bunlardan en önemlisi su hasadı. Su hasadı sadece tanklar ya da yer altına açacağınız kuyu veya sarnıçlarla olmaz. En iyi su hasadı deposu topraktır. Topraktaki mevcut nemi tutmak da su hasadıdır. Sadece tanklarla, depolarla su hasat edilir gibi yanlış bir algı oluşmasın” dedi.
Projede hem topraktan hem de çatılardan suyun hasat edildiğini söyleyen Prof. Dr. Aşık, “İzmir’in yağışlı mevsimi olan ekimden mayısa kadar olan dönemde yağan yağmurları çatıdan hasat ediyoruz. Depolarda biriktiriyoruz, depolardan damla sulama sistemine, oradan da ağaçlarımıza veriyoruz” diye konuştu.
Projede çiçeklenme, tomurcuklanma, çekirdek sertleşmesi, olgunlaşma/meyve renk dönüşümü olmak üzere 4 önemli dönemde zeytin ağaçlarını sulayarak yaşatacaklarını aktaran Prof. Dr. Aşık, “Toprakta ne kadar eksik varsa sensörlerle ölçeceğiz, suyu tanktan alacağız, damla sulamaya ağaçlara vereceğiz. Diğer yöntemler de yağan yağmur suyunu bahsettiğimiz maddelerle toprak içinde tutacağız” ifadelerini kullandı.
‘GÖKTEN YAĞAN BİR DAMLA SUYU BOŞA AKITMAYIN’
Üreticilere tavsiyelerde bulunan Prof. Dr. Aşık, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Gökten yağan bir damla suyu boşa akıtmayın. Yağan her yağmur suyu hasat edilebilir. Hayvancılık yapıyorlarsa damlarında, ahırlarındaki çatılarda bütün sular hasat edilebilir, maliyetli değil. Çiftçiler traktörleriyle, kepçeleriyle bahçelerine yağmur suyu deposu yapabilirler. Mutlaka malçlama yapılmalı, malçlamayla yüzde 30 civarında su tasarrufu yapabilirler. Topraktaki nemi muhafaza edebilirler. Sulamada damla sulama yöntemini kullanmalılar. Dijital sulama teknolojilerini kullanılmalılar.”

ERZURUM Teknik Üniversitesi (ETÜ) Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Adem Kantar, Türkiye‘de okul, aile ve sosyal yaşamda artan şiddet olaylarının endişe verici boyutlara ulaştığını belirterek, “Şiddeti azaltmak istiyorsak önce gücün ne olduğuna dair toplumsal algıyı değiştirmeliyiz. Gücü şiddet üzerinden değil, empati, sorumluluk, merhamet ve sosyal destek üzerinden tanımlamalıyız” dedi.
ETÜ Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Adem Kantar, TÜBİTAK destekli araştırma kapsamında, Türkiye genelinden 2037 katılımcıyla üç ay arayla yapılan ölçümlerle bireylerin psikolojik sağlık düzeyleri, saldırganlık eğilimleri ve toplumsal cinsiyet rollerini nasıl içselleştirdiklerini inceledi. Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. İlhan Yalçın danışmanlığında, Prof. Dr. Metin Pişkin ve Doç. Dr. Özlem Haskan Avcı’nın katkılarıyla gerçekleştirilen araştırmayı yürüten Araştırma Görevlisi Dr. Adem Kantar, çıkan sonuçların şiddetin yalnızca bireysel bir sorun olmadığını, aynı zamanda güçlü bir toplumsal öğrenme boyutu taşıdığını kaydetti. Dr. Kantar, “Trafikte, okulda, aile içinde ve yakın ilişkilerde şiddeti her alanda görüyoruz. Adalet Bakanlığı istatistikleri ve OECD verileri de Türkiye’de bireylerin kendini güvende hissetme düzeyinin birçok ülkeye kıyasla düşük olduğunu gösteriyor. Artan şiddet; aileyi, sokağı ve okul ortamlarını giderek daha güvensiz hale getiriyor. Bir bilim insanı olarak bizlerin öncelikli görevi şiddetin yalnızca sonuçlarını değil, ortaya çıkmasına neden olan psikolojik ve toplumsal süreçleri de ortaya koymak” diye konuştu.
GENÇLER GÜÇLÜ VE SERT OLMAYI ÖNEMSİYOR
Araştırmada en dikkat çekici bulgulardan birinin, gençlerin okul ortamında ‘Güçlü ve sert görünmenin’ sosyal onay kazandırdığına dair algıları olduğunu ifade eden Kantar, şunları söyledi:
“Sesini çok çıkaran, baskın davranan, korku uyandıran bireyler okul ortamında daha görünür hale geliyor ve çoğu zaman sosyal olarak ödüllendiriliyor. Bu durum, ‘Zorbalık yaparak var olma’ düşüncesini besleyen bir mekanizmaya dönüşüyor. Güçlü ve sert görünmenin gençler arasında bir statü aracı haline gelmesi, akran zorbalığını giderek artırıyor. Okul koridorlarındaki bu tür sosyal mesajlar, saldırgan davranışların normalleşmesine yol açıyor.”
KAMPÜS ORTAMINDA DA ŞİDDET
Şiddetin sadece dezavantajlı veya eğitim düzeyi düşük bölgelerde görüldüğü yönündeki yaygın algının da bu çalışmayla sarsıldığını ifade eden Kantar, üniversite gençliğine ilişkin elde edilen bulgulara dair şu bilgileri verdi:
“Toplumda genellikle şiddetin daha çok kırsal bölgelerde ya da eğitim düzeyi düşük kesimlerde görüleceği düşünülür. Oysa biz, üniversite kampüslerinde, yani görece daha entelektüel ve eğitimli bir ortamda da benzer şiddet örüntülerine rastladık. Bu da konunun yalnızca sosyoekonomik düzeyle açıklanamayacağını gösteriyor. ‘Güçlü olmalısın, lider olmalısın, hata yapmamalısın, hep başarılı olmalısın’ gibi insanüstü beklentiler, gençlerin duygu düzenleme, öz bakım ve sosyal destek becerilerini zayıflatıyor.”
ŞİDDET, ÖĞRENİLEN BİR DAVRANIŞ
Şiddetin doğuştan gelen bir özellik değil, büyük ölçüde öğrenilen bir davranış olduğuna dikkat çeken Kantar, “Gençler neyi alkışladığımızı, kimi güçlü saydığımızı çok iyi gözlemliyor. Dizilerde, sosyal medyada, sporda, günlük hayatta hangi davranışları ödüllendiriyorsak, gençler de o davranışları model alıyor. Eğer bağıran, kavga eden, korku salan kişiler alkışlanıyorsa şiddet kaçınılmaz hale geliyor” dedi.
GÜCÜN TANIMI YENİDEN YAPILMALI
Avustralya’da bir okulda 2 yıl boyunca yürütülen ve empati, merhamet, cömertlik, sorumluluk, liderlik gibi değerleri merkeze alan uygulamalar sonucunda akran zorbalığının yüzde 41 oranında azaldığını hatırlatan Kantar, Türkiye için de benzer yapıcı modellerin hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Eğitimin; öğrenci, aile, öğretmen ve okul yönetimi olmak üzere dört ana paydaştan oluşan bir sistem olduğunu ifade eden Kantar, “Gücün tanımı da bu dört paydaş tarafından birlikte değiştirilebilir. Zorbalık yapan değil, zorbalığa karşı duran, mağduru koruyan, gerektiğinde okul yönetimine bildiren öğrencilerin ödüllendirildiği bir sistem kurulmalıdır. Gücü şiddet üzerinden değil, empati, sorumluluk, merhamet ve sosyal destek üzerinden tanımlamalıyız” diye konuştu.
‘NEYE ALKIŞ TUTTUĞUMUZU SORGULAMALIYIZ’
Toplumsal öz farkındalığın altını çizen Kantar, şunları söyledi:
“Toplum olarak neyi alkışladığımızı açıkça sorgulamalıyız. Alkışladığımız güç anlayışı toksik olabilir, şiddeti, zorbalığı ve suç oranlarını besliyor olabilir. Trafikte, okulda, sosyal hayatta kimi güçlü sayıyoruz? Kimi örnek gösteriyoruz? Bu soruları sormadan şiddeti azaltmamız mümkün değil. Gücün tanımını yeniden yapmalı ve sosyal normlarımızı bu yönde dönüştürmeliyiz.”

SİVAS’ın Divriği ilçesinde UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan 797 yıllık Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nda kapsamlı restorasyon sonrası zemine yerleştirilen aydınlatma sistemi, tarihi esere geceleri ayrı bir güzellik kattı.
Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı Mengücek Beyliği döneminde 1228 yılında Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah ile eşi Melike Turan Melek tarafından yaptırılan ve 9 yıllık restorasyon sürecinin sona ermesi ile geçen yıl mayıs ayında yeniden ibadete ve ziyarete açılan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, mimari özellikleriyle ilgi çekiyor. Cami ve darüşşifadan ibaret, İslam dünyası tarihinde eşi benzeri olmayan külliyenin taç kapılarının mimarı ve heykeltıraşı olan Ahlatlı Hürrem Şah, motif dünyasına getirdiği yenilikler, mimari tasarım dehası olması ve özellikle kıble kapısındaki cennet kapısı tasarımı ile 12-13’üncü yüzyılda İslam sufizmi sanat alanındaki temsilcisi olarak gösteriliyor.
‘AHENK VE DENGE’ İŞÇİLİĞİ
1985 yılında Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan eser, uzaktan bakıldığında simetrik olduğu düşünülen, fakat özünde asimetrik olan bezemelerde yer alan on binlerce motifin hiçbirinin bir daha kendini tekrar etmemesi özelliğini taşıyor. Bu özellik, kainattaki farklı varlıkların ahenk ve denge içinde olduklarının taşa nakşedilmesi anlamına geliyor. Mimari üslubu, süsleme ve örtü sistemlerinin denge ve uyumlu tasarımıyla önem kazanan yapı, dünyada görülmeye değer eserler listesinde de yer alıyor. Evliya Çelebi’nin de ziyaret ettiği ve ‘Methinde diller kısır, kalem kırıktır’ ifadelerini kullandığı eser, ‘Anadolu’nun El Hamrası’ olarak da nitelendiriliyor.
IŞIKLAR ALTINDAKİ NADİDE ESER
Camide yapılan kapsamlı restorasyon sonrası zemine yerleştirilen aydınlatma sistemi, tarihi esere geceleri ayrı bir güzellik kattı. İlçenin hakim noktasında yer alan tarihi eser, gece görünümü ile de kendisine hayran bırakıyor. Başta kapılar ve sütunlarda olan, Ahlatlı ve Tiflisli ustaların ellerinden çıkan taş işçiliğinin en nadide ve ince örneklerini yansıtan motifler, aydınlatmada kullanılan ışığın yansımaları ile masalsı bir görüntü ortaya çıkarıyor. Güneşin batışı sonrası devreye giren aydınlatma sistemi, gece ziyaretçilerine ve fotoğraf meraklılarına unutulmaz kareler yakalama fırsatı sunuyor.
‘BURANIN HER ANINI YAŞASINLAR’
Caminin gönüllü mihmandarlarından Mustafa Yıldırım, “Anadolu’nun El Hamra’sı Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, buranın her anı ayrı bir güzeldir. Gece de ayrı bir güzelliğe bürünüyor. Buraya gelen turistler, eğer otellerde kalıyorsa, gece gelip ışık ambiyansını görmek için burada bekliyor ve fotoğraf çekiyorlar. Ayrı bir güzellik katıyor. Camiye yapılan muhteşem aydınlatma ile burada ayrı bir güzellik var. Taş kıvrımlarının arasına ışık yansıdığı zaman çok güzel oluyor. Buraya gelen ziyaretçiler sadece fotoğraf çekip, gitmesinler. Buranın her anını yaşasınlar” dedi.
Adana
İl Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şubesi ekipleri, kent merkezinde toplu taşıma araçlarına yönelik denetimlerini sürdürdü.
Sivil trafik polisleri, emniyet kemeri takmayan, ışık ihlali yapan, cep telefonuyla konuşan ve gereksiz korna çalan toplu taşıma araçlarının sürücülerini belirleyip, plakalarını resmi ekiplere bildirdi.
Kent merkezindeki 5 Ocak Meydanı’nda oluşturulan kontrol noktasında durdurulan 55 sürücüye 83 bin lira ceza uygulandı.
Aşırı yüksek ve rahatsız edici ses çıkarmasıyla bilinen “havalı korna” bulunan bir minibüsün sürücüsü de ekiplerce durduruldu. Sürücüye ceza kesileceği sırada iki yolcu, polisleri ikna etmeye çalıştı ancak başarılı olamadı.
Ekipler, havalı korna takılı araçların sürücülerine bu kornaları söktürmeleri gerektiğini bildirdi.