40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.319,39%0,53
3.335,86%0,37
10.219,67%-0,06
02:00
21 Aralık 2025 Pazar
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, dünya genelinde her 8 kişiden birinin göç nedeniyle hareket halinde olduğunu belirterek, düzensiz göçmenler ve mültecileri sağlık hizmetlerine dahil etmenin önemini vurguladı.
Ghebreyesus, ABD merkezli X şirketinin sosyal medya platformundan paylaşımda bulundu.
“Yaklaşık 1 milyar insan, küresel olarak her 8 kişiden biri hareket halinde.” ifadesini kullanan Ghebreyesus, düzensiz göçmenleri ve mültecileri sağlık hizmetlerine dahil etmenin, bir hak olmanın yanı sıra ekonomiler ile toplumların dayanıklılığına ve kapsayıcı büyümeye yapılan bir yatırım olduğunun altını çizdi.
Ghebreyesus, düzensiz göçmenleri kapsayan ve farklı kültürlere saygı duyan sağlık sistemlerinin, evrensel sağlık güvencesine ulaşmak için elzem olduğuna işaret etti.
DSÖ Genel Direktörü Ghebreyesus, “Hükümetleri, göçmen ve yerinden edilmiş nüfusun sağlığını korumaya ve ihtiyaçlarını karşılayan sağlık sistemlerine yatırım yapmaya çağırıyorum.” ifadesini kullandı.
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, Ukrayna için hazır olan 90 milyar avroluk Avrupa Birliği (AB) kredisinin Moskova’ya “açık bir sinyal” olduğunu söyledi.
Merz, Brüksel’de düzenlediği basın toplantısında, Avrupa’nın karşı karşıya olduğu en büyük güvenlik tehdidiyle kararlılıkla mücadele ettiklerini belirtti.
Ukrayna için 90 milyar avroluk AB kredisinin hazır ve bunun Moskova’ya “açık bir sinyal” olduğuna işaret eden Şansölye, ” Rusya‘nın saldırganlığı, Ukrayna’ya karşı yürütülen savaşı çoktan aşmıştır. Ekim ayında talep ettiğim gibi mali desteğin birkaç yıl boyunca garanti altına alınmasına karar verdik. Bu, Ukrayna’nın hayatta kalmasını sağlamak için olduğu kadar Moskova’ya net bir sinyal göndermek için de çok önemlidir.” ifadelerini kullandı.
AB-Güney Ortak Pazarı (MERCOSUR) anlaşmasına ilişkin de bazı üye devletlerin önemli çekinceleri olduğunun ortaya çıktığını vurgulayan Merz, bu tarz anlaşmaların gücüne örnek olarak Kanada’yı gösterdi.
Merz, “Anlaşmanın imzalanmasından sadece 8 yıl sonra Kanada ile ticaret yüzde 50’den fazla arttı. Bu, tekrar tekrar dile getirilen tüm korkuların ‘bunun tarımı orantısız bir şekilde etkileyeceği ve ekonominin geri kalanına çok az etkisi olacağı’ şeklinde düşüncelerin yersiz olduğunu gösteriyor.” diye konuştu.
Aksine tarımın büyük ölçüde etkilenmediği ve ticari sektörün bu tür ticaret anlaşmalarından muazzam ölçüde faydalandığına işaret eden Merz, “Bunun MERCOSUR anlaşması için de geçerli olduğunu varsayıyorum.” değerlendirmesinde bulundu.
ABD Başkanı Donald Trump, yaptırıma tabi tüm Venezuela kaynaklı petrol tankerlerinin bloke edilmesi talimatı vermesinin ardından, ülkeye yönelik askeri operasyon ihtimalini göz ardı etmediğini söyledi.
NBC News’a telefonla bağlanan Trump, ABD-Venezuela gerginliğine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Trump, Venezuela’ya karşı askeri operasyon ihtimalini göz ardı etmediğini belirterek, daha fazla petrol tankerlerine el konulacağına işaret etti.
Bunun zamanı sorulduğunda Trump, “Duruma bağlı. Denize açılmaya devam edecek kadar aptal olurlarsa bizim limanlarımızdan birine dönüş yaparlar.” yanıtını verdi.
Trump, “Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu devirmenin nihai hedefi olup olmadığına” ilişkin soruyu yanıtsız bırakarak, “O, benim ne istediğimi tam olarak biliyor. Herkesten daha iyi biliyor.” dedi.
Trump’tan, yaptırıma tabi tüm Venezuela kaynaklı petrol tankerlerinin bloke edilmesi talimatı
Trump, 16 Aralık’ta Venezuela yönetimini “yabancı terör örgütü” olarak tanıdıklarını belirterek, “Venezuela, Güney Amerika tarihinin en büyük donanması tarafından tamamen kuşatılmıştır. Bu donanma giderek büyüyecek ve onlara daha önce hiç görmedikleri bir şok yaşatacaktır.” değerlendirmesini yapmıştı.
Bu kuşatmanın, Venezuela’nın ABD’den çaldığını öne sürdüğü tüm petrol, toprak ve diğer varlıkları iade edene kadar süreceğini belirten Trump, “Bu nedenle bugün, Venezuela’ya giren ve çıkan yaptırıma tabi tüm petrol tankerlerinin bloke edilmesi talimatını veriyorum.” ifadesini kullanmıştı.
Trump, “Amerika, düşmanca bir rejimin petrolümüzü, topraklarımızı veya diğer varlıklarımızı almasına izin vermeyecektir. Bu varlıkların tümü derhal ABD’ye iade edilmelidir.” açıklamasında bulunmuştu.
Kanada ile ABD’nin, serbest ticaret anlaşmasını gözden geçirmek amacıyla Ocak 2026’da resmi görüşmelere başlayacağı bildirildi.
Kanada Başbakanlık Ofisinden yapılan açıklamada, ABD ile serbest ticaret anlaşmasını gözden geçirmek amacıyla Ocak 2026’da resmi görüşmelere başlanacağı belirtildi.
Açıklamada, bu kapsamda, Kanada‘nın ABD ile Ticaretinden Sorumlu Bakanı Dominic LeBlanc’ın, ABD’li muhataplarıyla bir araya gelerek resmi müzakereleri başlatacağı kaydedildi.
Ayrıca,ABD-Meksika- Kanada Anlaşması’nın (USMCA) 2026’da anlaşmaya taraf ülkeler tarafından ele alınması bekleniyor.
Kanada Başbakanı Mark Carney, dün yaptığı açıklamada, Kanada ve ABD’nin çelik ve alüminyum başta olmak üzere birçok alana yönelik tarifelerde indirime ilişkin anlaşmaya varılmasına yakın olunduğunu ifade etmişti.
ABD’nin Kanada’nın kritik minerallerine erişiminin “kesin olmadığını” vurgulayan Carney, “Bu, ABD için potansiyel bir fırsat ancak kesin bir fırsat değil. Ticaret ilişkilerimiz açısından daha geniş bir tartışmanın parçası, çünkü dünya çapında, örneğin Avrupa’da, bu projeye katılmaya ilgi duyan başka ortaklarımız da var.” değerlendirmesinde bulunmuştu.

Son dönemde küresel ticaret gündeminin merkezine Çin yerleşmiş durumda. Açıklanan son veriler, Çin’in ticaret fazlasının tarihi seviyelere ulaştığını gösteriyor. Bu durum, ilk bakışta güçlü sanayi yapısının ve rekabetçi üretimin bir sonucu gibi görülebilir. Ancak dünyanın birçok ülkesi için bu tablo giderek daha fazla endişe kaynağı haline geliyor. Sorun, sadece Çin’in çok satması değil; aynı zamanda diğer ülkelerden yeterince az şey alması.
Ticaret Dengesi Mantığı ve Beklentiler
Ekonominin temel prensiplerinden biri, ticaret dengesinin uzun vadede kendi kendini ayarlaması gerektiğidir. Bir ülke çok fazla ihracat yaptığında, bu durum kendi para birimine olan talebi artırır. Para birimi değer kazandıkça ithalat ucuzlar, ihracat ise pahalılaşır. Sonuçta ülke daha fazla ithalat yapar, daha az ihracat yapar ve denge sağlanır.
Bu mekanizma, iktisat kitaplarında anlatılan klasik çerçevedir. İki ülke arasında dengesizlikler olabilir; bir ülke birine fazla satarken, başka bir ülkeden fazla alabilir. Ancak genel toplamda, ülkenin dış ticaretinin dengelenmesi beklenir. Çin örneğinde ise bu denge uzun süredir oluşmuyor. Çin dünya pazarlarına büyük miktarlarda ürün satarken, karşılığında beklenen ölçüde ithalat yapmıyor.
“Çin Her Şeyi Daha İyi Üretiyor” Argümanı Yeterli mi?
Çin’i savunanlar genellikle şu argümanı öne sürüyor: “Çin daha iyi ve daha ucuz üretiyor, bu yüzden dünya Çin’den alıyor.” Bu iddia kısmen doğru olabilir. Çin sanayisi birçok alanda ciddi bir rekabet avantajına sahip. Ancak bu tek başına kalıcı ve devasa ticaret fazlalarını açıklamaya yetmiyor.
Eğer Çin bu kadar başarılıysa, bu başarının doğal sonucu Çinli tüketicilerin de daha fazla ithal ürün satın alabilmesi olmalı. Yani ihracattan elde edilen gelir, ithalat yoluyla halkın refahını artırmalı. Güzel gıdalar, kaliteli tüketim malları, farklı hizmetler… Bunlar ithalatın doğal sonuçlarıdır. Ancak Çin’de bu tablo sınırlı kalıyor. Bu da ticaret ortaklarında “Çin bizim mallarımızı neden istemiyor?” sorusunu gündeme getiriyor.
Fazlanın Büyüklüğü ve Zamanlaması
Çin’in ticaret fazlası, milli gelire oranla bakıldığında geçmişte de vardı. Hatta Japonya ve Almanya gibi ülkeler uzun yıllardır kronik fazla veren ekonomiler arasında yer alıyor. Ancak Çin’i farklı kılan şey, ekonomisinin devasa büyüklüğü. Çin ekonomisi büyüdükçe, yüzde olarak çok değişmeyen bir fazla bile mutlak rakam olarak rekor seviyelere ulaşıyor.
Özellikle pandemi sonrasında bu durum daha belirgin hale geldi. Çin’in ithalat hacmi büyük ölçüde yerinde sayarken, ihracatı hızla arttı. Dünya Çin’den daha fazla ürün alırken, Çin dünyanın geri kalanından neredeyse aynı miktarda almaya devam etti. Bu da ticaret ortaklarının sabrını zorlayan bir tablo yarattı.
Değer Zincirinde Yukarı Tırmanış
Geçmişte Çin daha çok düşük ve orta teknolojili ürünlerle anılıyordu. Bu durum, gelişmiş ülkeler için nispeten daha az sorunlu görülüyordu. Çünkü bu ülkeler hâlâ Çin’e satabilecekleri yüksek katma değerli ürünler bulabiliyordu. Ancak bu tablo hızla değişti.
Bugün Çin, basit parçaların yanı sıra elektrikli araçlar, ileri teknoloji ekipmanlar ve karmaşık sanayi ürünleri de üretiyor. Bu durum, özellikle Avrupa’daki bazı sektörlerde ciddi kaygılara yol açıyor. Örneğin otomotiv gibi alanlarda Çinli firmalar, Batılı rakipleriyle doğrudan rekabete girmiş durumda. Ticaret ortakları, Çin’e ne satabileceklerini giderek daha zor görmeye başlıyor.
Bilinçli Bir Politika Tercihi mi?
Çin’in ticaret fazlası artık sadece piyasa dinamiklerinin bir sonucu olarak görülmüyor. Birçok ülke, bunun bilinçli bir politika tercihi olduğunu düşünüyor. Uzun süredir Çin yönetimi ekonomik öz yeterliliği ön plana çıkarıyor. Yani mümkün olduğunca az ithalatla, kendi kendine yeten bir ekonomi hedefleniyor.
Bu yaklaşım, para politikasıyla da destekleniyor. Çin’in para biriminin uzun süre görece düşük tutulduğu yönünde yaygın bir kanaat var. Bu durum ihracatı desteklerken, ithalatı pahalı hale getiriyor. Ayrıca iç talebi artıracak adımların sınırlı kalması da dikkat çekiyor. Hanehalkına doğrudan destekler, güçlü bir sosyal güvenlik ağı veya tüketimi teşvik eden politikalar uzun süredir gündemde olsa da, uygulamada temkinli davranılıyor.
Bu tercihler, Çin içinde düşük enflasyon hatta deflasyon riskini beraberinde getirirken, dış dünyada ise “yükün bize yıkıldığı” algısını güçlendiriyor.
Avrupa’dan Gelişmekte Olan Ülkelere Uzanan Tepkiler
Çin’in ticaret politikalarına yönelik rahatsızlık, sadece ABD veya Avrupa ile sınırlı değil. Avrupa’da, özellikle sanayi ülkeleri daha korumacı önlemleri açıkça tartışmaya başladı. Bu çerçevede Emmanuel Macron gibi liderler, Çin’in iç dengesizliklerini düzeltmemesi halinde Avrupa’nın da kendini korumak zorunda kalacağını dile getiriyor.
Benzer tepkiler gelişmekte olan ülkelerde de görülüyor. Meksika, Brezilya, Türkiye ve Endonezya gibi ülkeler, Çin mallarına yönelik çeşitli kısıtlamalar getirdi. Bu ülkeler için sorun sadece ticaret dengesi değil; yerli sanayinin Çin rekabeti karşısında zor durumda kalması.
Öte yandan daha yoksul bazı ülkeler için tablo farklı. Bu ülkeler, Çin’den gelen ucuz ve kaliteli ürünlerden fayda sağlıyor. Özellikle enerji ve altyapı alanlarında Çin ürünleri dönüştürücü bir etki yaratabiliyor. Bu nedenle küresel güneyin tamamı Çin’in fazlasından rahatsız değil.
Çin’de Ton Değişikliği mi Geliyor?
Son haftalarda Çin yönetiminin söyleminde küçük de olsa bir değişim dikkat çekiyor. “İnsana yatırım” vurgusu, iç talebi canlandırma niyetinin bir işareti olarak yorumlanıyor. Hanehalkının daha fazla harcama yapması, hem Çin’in deflasyon riskini azaltabilir hem de ticaret fazlasını düşürebilir.
Ancak bu dönüşüm kolay değil. Daha önce yapılan iç talep hamleleri sınırlı sonuçlar verdi. Ayrıca böylesi bir değişim, Çin’in uzun süredir benimsediği ihracat ve sanayi merkezli büyüme modelinde köklü bir revizyon anlamına geliyor.
Küresel Denge Arayışı
Çin’in ticaret fazlası meselesi, aslında küresel ekonominin daha geniş bir sorununu yansıtıyor. Bir yanda sürekli fazla veren ülkeler, diğer yanda kronik açık yaşayan ekonomiler var. Bu dengesizliklerin kalıcı hale gelmesi, ticaret savaşları ve korumacılık riskini artırıyor.
Kalıcı bir çözüm, sadece Çin’in değil, tüm büyük ekonomilerin ortak çabasını gerektiriyor. Fazla veren ülkelerin daha fazla ithalat yapması, açık veren ülkelerin de üretim gücünü artırması gerekiyor. Ancak mevcut jeopolitik ortamda böyle bir iş birliği kolay görünmüyor.