40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.319,39%0,53
3.335,86%0,37
10.219,67%-0,06
02:00
21 Aralık 2025 Pazar
Kariyerine 500’e yakın film sığdıran Yeşilçam’ın babacan oyuncusu Hulusi Kentmen, vefatının 32. yılında yad ediliyor.
Rol aldığı “Adile Teyze”, “Delisin”, “Ah Nerede”, “Sev Kardeşim” ve “Sosyete Şakir” gibi yapımlarla Türk izleyicisinin gönlünde yer edinen Kentmen, Bulgaristan’ın Tırnova şehrinde 20 Ocak 1912’de dünyaya geldi.
Bir süre sonra ailesiyle Türkiye’ye göç eden sanatçı, çocukluğunu İzmit Körfezi’nde geçirdi.
Kentmen, yaptığı bir açıklamada, Düzce’de Akçakoca İlkokulu’nda eğitim görürken sahneye çıktığını belirterek, “Akçakoca İlkokulu’nda bir tiyatro salonumuz vardı. Birkaç defa orada sahneye çıktım. Bulaştı.” diyerek sahne ve oyunculuk sevdasının daha o günlerde başladığını dile getirmişti.
Deniz Astsubay Okulunda eğitim aldıktan sonra Deniz Kuvvetlerinde denizaltıcı astsubay olarak görev yapan sanatçı, bir müddet kara hizmetine devam etti. Sanatçı, askerlik görevini sürdürürken ilk kez vodvil türündeki “Hisse-i Şayia” oyunuyla profesyonel olarak sahneye çıktı.
Oyunculuk kadar deniz tutkusuyla da tanındı
Sanatçının torunu Melek Kentmen, bir röportajında o günlere dair şu bilgileri vermişti:
“Denizaltı görevinden sonra Deniz Dikimevine tayin olan dedem, boş zamanlarında arkadaşlarının halkevindeki tiyatro provalarına gidiyor. Refik Ahmet Nuri (Sekizinci) Bey’in ‘Hisse-i Şayia’ adlı oyununu sahneye koyacaklar ancak bir kişi eksik. Oyunun rejisörü, Şehir Tiyatrolarından Reşit Baran, her provayı kaçırmadan izleyen dedeme teklifte bulunuyor. Dedem, ‘Ben askerim olur mu?’ dediğinde de yanıtı ‘Olur canım, olur. Bu da devlet işi. Halkevi bir nevi resmi daire.’ deyince kararını veriyor.”
Hulusi Kentmen, Ülkü Erakalın’a yaptığı bir açıklamada, deniz tutkusuna ilişkin şunları söylemişti:
“Yavuz (Zırhlısı) yaralı, henüz tamir edilmemiş. Bütün ihtişamıyla İzmit’te yatardı. Biz, o devirde ortaokula gidiyorduk. Aşağı yukarı sınıfın yarısı denizci olmaya heves ederdi. Deniz tutkusu öncelikle Körfez’de oturuşumuzdan geliyor. Ayrıca babamın bir sandalı vardı. Onunla beraber balığa gider, ona yardım ederdim. Bahriyelilerin o afili kıyafetleri ve denizin yosun kokusu yok mu, o bambaşka bir şey.”
Usta oyuncu, 1938’de Refika Kentmen ile evlendi. Çiftin Volkan adını verdiği oğlu 1942’de dünyaya geldi.
Refika Kentmen, yaptığı bir açıklamada, eşinin canlandırdığı karakterlerdeki gibi iyi ve sevilen biri olduğunu belirterek, “Hulusi, herkes tarafından çok sevilir, sayılır. Herkes onu ‘baba’ diye sever. Ben de çok severim. 53 senemi vermişim, sevilmez mi? Severek almıştım zaten.” ifadelerini kullanmıştı.
Komiser, esnaf, hakim ve fabrikatör rollerinin aranan yüzüydü
Emekliliğinin ardından kendisini tamamen tiyatro ve sinemaya adayan sanatçı, halkevleri, Ses Tiyatrosu ve Şehir Tiyatroları’nda sahneye çıktı.
Sanatçı, “Hulusi Kentmen Tiyatro Topluluğu” ile turnelere çıkıp birçok yerde oyun sahneledi.
İlk kez 1942 yapımı bir filmde kamera önüne geçen Kentmen, İhsan İpekçi’nin senaryosunu yazdığı, seslendirme sanatçısı ve yönetmen Ferdi Tayfur’un “Senede Bir Gün” adlı filmiyle yükselişi yakaladı.
Komiser, esnaf, hakim ve fabrikatör rollerinin aranan yüzü olan sanatçı, 1942’den 1988’e kadar 500’e yakın filmde rol aldı.
Adile Naşit, Münir Özkul, Kemal Sunal ve Tarık Akan’ın rol arkadaşıydı
Başarılı oyuncu, kariyeri boyunca Adile Naşit, Münir Özkul, Kemal Sunal ve Tarık Akan’ın yanı sıra dönemin neredeyse tüm ünlü isimleriyle birçok filmde oynadı.
İyi filmin iyi senaryoyla mümkün olacağını savunan Kentmen, bir röportajında neden “iyi” rollerde yer aldığını, “Hem komediye hem drama uyum sağlayabiliyorum. Yalnız kötü adam oynayamıyorum. Çünkü tipim, kötü adama müsait değil. Bir defa oynamaya kalktım, bir şeye benzemedi.” sözleriyle dile getirmişti.
Yazar, oyuncu ve araştırmacı Sunay Akın, “Önce Çocuklar ve Kadınlar” kitabında sanatçıyla ilgili bir anısını şu sözlerle aktarmıştı:
“Sert görünümlü ama iyi yürekli ve genellikle de fabrikatör baba rolünde görürüz onu. Hulusi Kentmen‘den söz ediyoruz tabii ki! Bu arada, kendimize bir torpil geçelim ve son sınıfı okuduğum Koşuyolu Kazım İşmen Lisesi’nden eve dönerken, Kadıköy otobüsünde Hulusi Kentmen ile sık sık karşılaşıp sinema sohbetlerine daldığımı da bir martı gibi periskopun üstüne konduralım.”
Keman çalmayı seviyordu
Pala bıyıkları kadar tatlı sert ve babacan yapısıyla seyircinin gönlünü kazanan Hulusi Kentmen, 1978’de “Yorgun Savaşçı” ve 1985’te “Acımak” dizilerinde de rol aldı.
Keman çalan ve fotoğrafçılıkla da yakından ilgilenen oyuncu, 20 Aralık 1993’te böbrek yetmezliği nedeniyle vefat etti ve cenazesi Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Hulusi Kentmen’in rol aldığı filmlerden bazıları şöyle:
Tekirdağ‘da ortaokul öğrencilerinin, Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası kapsamında Türkiye’nin yerli ve milli savunma sanayisinin simge projelerinden milli muharip uçak KAAN için hazırladığı klip ilgi gördü.
Çorlu Ortaokulu Bilişim Teknolojileri Öğretmeni Arda Ünal, öğrencileriyle 12-18 Aralık tarihlerinde kutlanan hafta dolayısıyla “Uçan Hayaller, Minik KAAN’lar” adlı etkinlik gerçekleştirdi.
Etkinlik kapsamında öğretmen ve öğrenciler, KAAN’ın maketini yaparak bir klip hazırladı.
Okulun sosyal medya hesaplarında paylaşılan klip, kısa sürede ilgi gördü.
İl Milli Eğitim Müdürü Abdülaziz Yeniyol, AA muhabirine yaptığı açıklamada, öğrencilerin hayal gücü ve üretkenliğinin önemine dikkati çekerek, gökyüzünün yeni kahramanlarını yetiştirdiklerini söyledi.
Öğrenci ve öğretmenleri tebrik eden Yeniyol, Türkiye’nin yerli ve milli savunma sanayisi tarafından geliştirilen KAAN savaş uçağının dünyaya örnek bir proje olduğunu belirterek, atılan bu önemli adımların geleceğe ışık tuttuğunu ve öğrencilerin ufkunu açtığını ifade etti.
Yeniyol, bu anlayışla geleceğin mühendisleri ve bilim insanlarını yetiştirdiklerini kaydetti.
Kazakistan‘ın Antalya Başkonsolosu Kuat Kanafeyev, Türk girişimcilerin Kazakistan‘da tarım, inşaat, sanayi, enerji ve lojistik alanlara ilgi gösterdiğini belirterek, Türk yatırımcıları ülkesine davet etti.
Kanafeyev, AA muhabirine, Kazakistan‘ın 16 Aralık 1991’de bağımsızlığını kazandığını ve Türkiye’nin Kazakistan‘ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olduğunu söyledi.
Bağımsızlık yılları boyunca Kazakistan‘ın zorlu ancak son derece önemli bir gelişim sürecinden geçtiğini anlatan Kanafeyev, özellikle 1990’lı yılların başında ciddi ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kaldıklarını belirtti.
Zaman içerisinde ekonomiyi güçlendirmeyi, devlet kurumlarını oluşturmayı ve yabancı yatırımları Kazakistan‘a çekmeyi başardıklarını aktaran Kanafeyev, ” Kazakistan, diyalog, güven ve barışçıl işbirliğine dayalı açık bir dış politika anlayışını benimsedi. Biz bilinçli şekilde barışı ve karşılıklı anlayışı esas aldık.” dedi.
Ülkelerine yabancı yatırımcıları da çektiklerini dile getiren Kanafeyev, yatırımcılara öngörülebilirlik, koruma ve büyüme imkanları sunduklarını bildirdi.
Siyasi ve ekonomik istikrar, vergi teşvikleri, serbest ekonomik bölgeler ve yatırımların korunmasına yönelik devlet garantilerinin yatırımcıların ülkelerine gelmesinde önemli etken olduğunu ifade eden Kanafeyev, “Astana Uluslararası Finans Merkezi, İngiliz ortak hukuk sistemi esaslarına göre çalışmakta ve dünya çapında bağımsız yargıçların görev yaptığı bir yapıya sahiptir. Bu da yatırımcılara yüksek düzeyde hukuki güvence ve güven ortamı sağlamaktadır. Devlet destek mekanizmaları ve ‘tek durak ofis’ ilkesi de ülkemizin yatırım cazibesini artıran önemli unsurlar arasındadır.” diye konuştu.
“Türk yatırımcıları desteklemeye hazırız”
Kuat Kanafeyev, Kazakistan‘ın zengin doğal kaynak potansiyeli, geniş yüz ölçümü ve Orta Asya ile Avrasya Ekonomik Birliği pazarlarına erişim imkanları sayesinde büyük ölçekli büyüme fırsatları sunduğunu kaydetti.
Bugün Kazakistan‘ın yeni yatırım politikası izlediğini, üretim, teknolojik gelişme ve inovasyona yönelik alanlara öncelik verdiğini vurgulayan Kanafeyev, şunları söyledi:
“Hem büyük ölçekli yatırımlara hem de küçük ve orta ölçekli işletmelere açık bir yaklaşım benimsiyoruz. Türkiye’de gerçekleştirilen iş görüşmeleri ve iş forumları, Türk girişimcilerin özellikle tarım, inşaat, sanayi, enerji ve lojistik alanlarında Kazakistan‘a ciddi ilgi gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu çerçevede Türk yatırımcıların Kazakistan‘a gelmelerini, iş dünyasıyla doğrudan temas kurmalarını ve olası işbirliği alanlarını değerlendirmelerini desteklemeye hazırız.”
Tarihi İpek Yolu, iki ülkenin konumunu güçlendiriyor
Başkonsolos Kanafeyev, tarihi İpek Yolu’nun bugün modern demir yolları, kara yolları, limanlar ve lojistik merkezler aracılığıyla yeni biçim kazandığını belirtti.
Çin ile Avrupa arasındaki yük taşımacılığının yaklaşık yüzde 85’inin Kazakistan topraklarından geçtiğini dile getiren Kanafeyev, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu yönüyle Kazakistan, Orta Asya, Çin, Rusya ve Avrupa’nın hızla büyüyen pazarlarına erişim sağlayan, Avrasya coğrafyasındaki kilit bir ulaşım ve lojistik merkez konumundadır. Coğrafi konumumuz, Kazakistan’ı hem gerçek hem de sembolik anlamda Doğu ile Batı arasında bir köprü haline getirmiştir. Bu durumun Türkiye açısından da özel bir önem taşıdığına inanıyorum. Zira Kazakistan üzerinden geçen güzergahlar, Türkiye’nin Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’yı birbirine bağlayan kilit bir lojistik merkez olarak konumunu daha da güçlendirmektedir.”
Kazakistan’da dijitalleşme alanında da önemli çalışmalar yapıldığının altını çizen Kanafeyev, ülkede sunulan kamu hizmetlerinin yüzde 90’ından fazlasının çevrim içi olarak erişilebilir durumda olduğunu ve bu durumun da işlemleri hızlandırdığını kaydetti.
Bir işletmenin kuruluşu için gerekli çeşitli belge ve sertifikaların düzenlenmesi gibi pek çok işlemin dijital ortamda gerçekleştirilebildiğini ifade eden Kanafeyev, daha az bürokrasi, daha az bekleme süresi ve daha az kağıt kullanımına imkan sağlandığını sözlerine ekledi.
Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Uluslararası İlişkiler Uzmanı ve Afrika Araştırmacısı Buğra Anıl Evgin, Afrika diasporasının köle ticareti ve sömürgecilik sonucu ortaya çıktığını belirterek bu yapının yalnızca tarihsel bir kopuş değil; kimlik, hafıza ve direniş temelinde şekillenen toplumsal bir olgu olduğunu söyledi.
Evgin, AA muhabirine, Afrika diasporasının tarihsel kökenleri, küresel ölçekteki siyasal ve kültürel etkileri ile Türkiye’deki Afrika diasporasının kendine özgü dinamiklerine ilişkin açıklamalarda bulundu.
“Afrika ve Türk Diasporası” başlıklı kitabı da kaleme alan Evgin, Afrika diasporasının, köle ticareti, sömürgecilik ile zorunlu ve gönüllü göçler sonucunda Afrika ana vatanından koparılan halkların dünyanın farklı bölgelerine yayılmasıyla ortaya çıkan çok katmanlı tarihsel ve toplumsal bir olgu olduğunu belirtti.
Afrikalı-Amerikalı sosyolog W.E.B. Du Bois ile Pan-Afrikanist düşünür ve diplomat Edward Blyden gibi isimlerin “diaspora” kavramını yalnızca coğrafi bir ayrılık olarak ele almadığını vurgulayan Evgin, bu yaklaşımın ortak tarihsel hafıza ve bilinç alanına işaret ettiğinin altını çizdi.
Evgin, “Afrika diasporası, kimlik, aidiyet ve dayanışma temelinde şekillenen kolektif bir yapıdır. Bu olgu, yalnızca göçle açıklanamaz. Diaspora, tarihsel bir zorunluluk hareketinin parçasıdır.” dedi.
Atlantik köle ticaretinin, Afrika diasporasının kurucu unsuru olarak değerlendirilmesi gerektiğine dikkati çeken Evgin, bu sürecin yalnızca fiziksel yer değiştirme değil, derin bir toplumsal kopuş yarattığını anlattı.
Buğra Anıl Evgin, Afrika diasporasını diğer diasporalardan ayıran temel unsurun, zorla koparılma ve kölelik deneyiminin merkezi bir rol üstlenmesi olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti:
“Jamaikalı sosyolog ve tarihçi Orlando Patterson, köleliği ‘toplumsal ölüm’ kavramıyla açıklar. Afrikalılar, yalnızca fiziksel olarak değil kimlik, aidiyet ve toplumsal bağlar açısından da koparılmıştır. Dolayısıyla diaspora, göçten çok daha geniş bir anlam taşır ve zorla yerinden edilme, köleleştirme ve tarihsel şiddeti kapsayan bir süreçtir.”
“Yaklaşık 12 milyon Afrikalı Amerika ve Avrupa’ya zorla götürülmüştür”
Afrika diasporasının gönüllü göçten ziyade sistematik şiddet ve sömürgecilik temelinde oluştuğunu belirten Evgin, bu durumun ortak bir travmatik hafıza yarattığını dile getirdi.
Buğra Anıl Evgin, “Bu travmatik hafıza, siyah milliyetçiliği ile Pan-Afrikanist düşüncenin gelişimini besledi.” diyerek diasporanın yalnızca mağduriyet alanı olmadığını, bilinç ve mücadele alanı da olduğunu vurguladı.
Afrika diasporasının oluşumunda köle ticaretinin belirleyici rol oynadığına işaret eden Evgin, milyonlarca Afrikalının bu süreçte ana vatanlarından koparıldığını ve büyük bir nüfus kaybı yaşandığını kaydetti.
Evgin, “Yaklaşık 12 milyon Afrikalı, Amerika ve Avrupa’ya zorla götürülmüştür. Milyonlarcası ise bu süreçte hayatını kaybetmiştir. Patrick Manning ve Orlando Patterson gibi isimler, köle ticaretinin yalnızca nüfus kaybına değil, Afrika’nın ekonomik, siyasal ve kültürel zayıflamasına da yol açtığını ortaya koymuştur.” diye konuştu.
“Müzik diaspora için güçlü bir direniş ve birlik aracı oldu”
Afrika diasporasında “Afrikalılık” kimliğinin, biyolojik kökenden ziyade ortak tarihsel deneyimler üzerinden inşa edildiğini vurgulayan Evgin kölelik, sömürgecilik, ırkçılık ve direniş kavramlarının bu kimliğin temel taşlarını oluşturduğunu söyledi.
Kültürel üretimin, Afrika diasporası kimliğinin aktarımında merkezi rol oynadığına işaret eden Buğra Anıl Evgin, “Özellikle müzik, diaspora için güçlü bir direniş ve birlik aracı oldu. Bob Marley, müziği aracılığıyla Pan-Afrikanist düşünceyi ve Afrika birliği fikrini küresel ölçekte yaymıştır. ‘Unity of Africa’ gibi eserler, diasporanın kolektif hafızasını ve siyasal bilincini canlı tutmuştur.” ifadelerine yer verdi.
Evgin, Afrika diasporasının yaşadıkları ülkelerde siyaset, sanat ve ekonomi alanlarında dönüştürücü bir rol oynadığını belirterek “Bu etki, özellikle eşitlik ve özgürlük mücadelesinde görünür hale geldi. Marcus Garvey’in örgütlenme faaliyetleri, Malcolm X’in siyasal söylemleri ve Bob Marley’in kültürel etkisi, diasporanın bulundukları toplumlarda dönüştürücü bir rol oynadığını göstermektedir.” dedi.
Diaspora ataşelikleri, Türkiye-Afrika ilişkilerine katkı sağlayacaktır”
Buğra Anıl Evgin, Türkiye’deki Afrika diasporasının, kendine özgü tarihsel ve siyasal dinamiklere sahip olduğunu söyledi.
Osmanlı döneminde Afrika coğrafyasıyla kurulan idari, ticari ve kültürel ilişkilerin bugün Türkiye-Afrika temaslarının tarihsel zeminini oluşturduğunu vurgulayan Evgin, bu mirasın Türkiye’nin Afrika toplumları nezdinde “sömürgeci bir aktör” olarak algılanmamasında belirleyici rol oynadığının altını çizdi.
Evgin, “Tarihsel hafıza açısından bakıldığında, Türkiye ile Afrika toplumları arasında sömürgecilik deneyimine dayanmayan bir ilişki zemini bulunmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin Afrika politikasında güven temelli ve karşılıklı faydaya dayalı bir yaklaşım geliştirmesini mümkün kılmaktadır.” diye konuştu.
2000’li yıllardan sonra hız kazanan Türkiye’nin Afrika açılımının, Afrika diasporasının Türkiye’deki görünürlüğünü artırdığını vurgulayan Evgin, buna rağmen diasporanın kurumsal temsili, karar alma süreçlerine katılımı ve devletle düzenli iletişiminin halen sınırlı olduğunu söyledi.
Buğra Anıl Evgin, Türkiye’deki Afrika diasporasını yalnızca bir göç olgusu olarak değil, Türkiye-Afrika ilişkilerine katkı sunabilecek “stratejik bir toplumsal aktör” olarak ele alınması gerektiğine işaret ederek “Bu potansiyelin açığa çıkarılması hem diaspora topluluklarının uyumunu güçlendirecek hem de Türkiye’nin Afrika politikalarına toplumsal bir derinlik kazandıracaktır.” dedi.
Diaspora ataşeliği gibi kurumsal mekanizmaların önemine işaret eden Evgin, “Diaspora ataşelikleri aracılığıyla kurulacak sistemli yapı, Türkiye-Afrika ilişkilerinin yalnızca devletler arası değil, toplumlar arası, sürdürülebilir ve kazan-kazan esaslı işbirliği modeline dönüşmesine katkı sağlayacaktır.” ifadesini kullandı.
İstanbul‘da düzenlenen operasyonda, hakkında “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan arama kararı bulunan FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in yeğeni Yasir Gülen yakalandı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve İstihbarat Şube Müdürlüğü koordinesinde, Fetullahçı Terör Örgütü’nden (FETÖ) arananların yakalanmasına yönelik çalışma yürütüldü.
Çalışmalarda, FETÖ kapsamında “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan aranması bulunan, Bank Asya hesaplarında artış olan ve sözde sohbetlere katıldığı tespit edilen örgütün elebaşı Fetullah Gülen’in ağabeyi Salih Gülen’in oğlu Yasir Gülen’in İstanbul’da olduğu belirlendi.
Ekipler, teknik ve fiziki takibin ardından şüphelinin Ümraniye’de saklandığı adresi tespit etti.
Söz konusu adrese düzenlenen operasyonla yakalanan zanlı, işlemleri için emniyete götürüldü.