DOLAR

40,2607$% 0.13

EURO

46,7252% 0.08

STERLİN

53,9495£% 0.21

GRAM ALTIN

4.319,39%0,53

ONS

3.335,86%0,37

BİST100

10.219,67%-0,06

İmsak Vakti a 02:00
Kayseri PARÇALI AZ BULUTLU 30°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

21 Aralık 2025 Pazar

    DİĞER YAZARLARIMIZ

      Çin’in Dev Ticaret Fazlası Neden Sorun Yaratıyor?

      Çin’in Dev Ticaret Fazlası Neden Sorun Yaratıyor?
      0

      BEĞENDİM

      ABONE OL

      Son dönemde küresel ticaret gündeminin merkezine Çin yerleşmiş durumda. Açıklanan son veriler, Çin’in ticaret fazlasının tarihi seviyelere ulaştığını gösteriyor. Bu durum, ilk bakışta güçlü sanayi yapısının ve rekabetçi üretimin bir sonucu gibi görülebilir. Ancak dünyanın birçok ülkesi için bu tablo giderek daha fazla endişe kaynağı haline geliyor. Sorun, sadece Çin’in çok satması değil; aynı zamanda diğer ülkelerden yeterince az şey alması.

      Ticaret Dengesi Mantığı ve Beklentiler

      Ekonominin temel prensiplerinden biri, ticaret dengesinin uzun vadede kendi kendini ayarlaması gerektiğidir. Bir ülke çok fazla ihracat yaptığında, bu durum kendi para birimine olan talebi artırır. Para birimi değer kazandıkça ithalat ucuzlar, ihracat ise pahalılaşır. Sonuçta ülke daha fazla ithalat yapar, daha az ihracat yapar ve denge sağlanır.

      Bu mekanizma, iktisat kitaplarında anlatılan klasik çerçevedir. İki ülke arasında dengesizlikler olabilir; bir ülke birine fazla satarken, başka bir ülkeden fazla alabilir. Ancak genel toplamda, ülkenin dış ticaretinin dengelenmesi beklenir. Çin örneğinde ise bu denge uzun süredir oluşmuyor. Çin dünya pazarlarına büyük miktarlarda ürün satarken, karşılığında beklenen ölçüde ithalat yapmıyor.

      “Çin Her Şeyi Daha İyi Üretiyor” Argümanı Yeterli mi?

      Çin’i savunanlar genellikle şu argümanı öne sürüyor: “Çin daha iyi ve daha ucuz üretiyor, bu yüzden dünya Çin’den alıyor.” Bu iddia kısmen doğru olabilir. Çin sanayisi birçok alanda ciddi bir rekabet avantajına sahip. Ancak bu tek başına kalıcı ve devasa ticaret fazlalarını açıklamaya yetmiyor.

      Eğer Çin bu kadar başarılıysa, bu başarının doğal sonucu Çinli tüketicilerin de daha fazla ithal ürün satın alabilmesi olmalı. Yani ihracattan elde edilen gelir, ithalat yoluyla halkın refahını artırmalı. Güzel gıdalar, kaliteli tüketim malları, farklı hizmetler… Bunlar ithalatın doğal sonuçlarıdır. Ancak Çin’de bu tablo sınırlı kalıyor. Bu da ticaret ortaklarında “Çin bizim mallarımızı neden istemiyor?” sorusunu gündeme getiriyor.

      Fazlanın Büyüklüğü ve Zamanlaması

      Çin’in ticaret fazlası, milli gelire oranla bakıldığında geçmişte de vardı. Hatta Japonya ve Almanya gibi ülkeler uzun yıllardır kronik fazla veren ekonomiler arasında yer alıyor. Ancak Çin’i farklı kılan şey, ekonomisinin devasa büyüklüğü. Çin ekonomisi büyüdükçe, yüzde olarak çok değişmeyen bir fazla bile mutlak rakam olarak rekor seviyelere ulaşıyor.

      Özellikle pandemi sonrasında bu durum daha belirgin hale geldi. Çin’in ithalat hacmi büyük ölçüde yerinde sayarken, ihracatı hızla arttı. Dünya Çin’den daha fazla ürün alırken, Çin dünyanın geri kalanından neredeyse aynı miktarda almaya devam etti. Bu da ticaret ortaklarının sabrını zorlayan bir tablo yarattı.

      Değer Zincirinde Yukarı Tırmanış

      Geçmişte Çin daha çok düşük ve orta teknolojili ürünlerle anılıyordu. Bu durum, gelişmiş ülkeler için nispeten daha az sorunlu görülüyordu. Çünkü bu ülkeler hâlâ Çin’e satabilecekleri yüksek katma değerli ürünler bulabiliyordu. Ancak bu tablo hızla değişti.

      Bugün Çin, basit parçaların yanı sıra elektrikli araçlar, ileri teknoloji ekipmanlar ve karmaşık sanayi ürünleri de üretiyor. Bu durum, özellikle Avrupa’daki bazı sektörlerde ciddi kaygılara yol açıyor. Örneğin otomotiv gibi alanlarda Çinli firmalar, Batılı rakipleriyle doğrudan rekabete girmiş durumda. Ticaret ortakları, Çin’e ne satabileceklerini giderek daha zor görmeye başlıyor.

      Bilinçli Bir Politika Tercihi mi?

      Çin’in ticaret fazlası artık sadece piyasa dinamiklerinin bir sonucu olarak görülmüyor. Birçok ülke, bunun bilinçli bir politika tercihi olduğunu düşünüyor. Uzun süredir Çin yönetimi ekonomik öz yeterliliği ön plana çıkarıyor. Yani mümkün olduğunca az ithalatla, kendi kendine yeten bir ekonomi hedefleniyor.

      Bu yaklaşım, para politikasıyla da destekleniyor. Çin’in para biriminin uzun süre görece düşük tutulduğu yönünde yaygın bir kanaat var. Bu durum ihracatı desteklerken, ithalatı pahalı hale getiriyor. Ayrıca iç talebi artıracak adımların sınırlı kalması da dikkat çekiyor. Hanehalkına doğrudan destekler, güçlü bir sosyal güvenlik ağı veya tüketimi teşvik eden politikalar uzun süredir gündemde olsa da, uygulamada temkinli davranılıyor.

      Bu tercihler, Çin içinde düşük enflasyon hatta deflasyon riskini beraberinde getirirken, dış dünyada ise “yükün bize yıkıldığı” algısını güçlendiriyor.

      Avrupa’dan Gelişmekte Olan Ülkelere Uzanan Tepkiler

      Çin’in ticaret politikalarına yönelik rahatsızlık, sadece ABD veya Avrupa ile sınırlı değil. Avrupa’da, özellikle sanayi ülkeleri daha korumacı önlemleri açıkça tartışmaya başladı. Bu çerçevede Emmanuel Macron gibi liderler, Çin’in iç dengesizliklerini düzeltmemesi halinde Avrupa’nın da kendini korumak zorunda kalacağını dile getiriyor.

      Benzer tepkiler gelişmekte olan ülkelerde de görülüyor. Meksika, Brezilya, Türkiye ve Endonezya gibi ülkeler, Çin mallarına yönelik çeşitli kısıtlamalar getirdi. Bu ülkeler için sorun sadece ticaret dengesi değil; yerli sanayinin Çin rekabeti karşısında zor durumda kalması.

      Öte yandan daha yoksul bazı ülkeler için tablo farklı. Bu ülkeler, Çin’den gelen ucuz ve kaliteli ürünlerden fayda sağlıyor. Özellikle enerji ve altyapı alanlarında Çin ürünleri dönüştürücü bir etki yaratabiliyor. Bu nedenle küresel güneyin tamamı Çin’in fazlasından rahatsız değil.

      Çin’de Ton Değişikliği mi Geliyor?

      Son haftalarda Çin yönetiminin söyleminde küçük de olsa bir değişim dikkat çekiyor. “İnsana yatırım” vurgusu, iç talebi canlandırma niyetinin bir işareti olarak yorumlanıyor. Hanehalkının daha fazla harcama yapması, hem Çin’in deflasyon riskini azaltabilir hem de ticaret fazlasını düşürebilir.

      Ancak bu dönüşüm kolay değil. Daha önce yapılan iç talep hamleleri sınırlı sonuçlar verdi. Ayrıca böylesi bir değişim, Çin’in uzun süredir benimsediği ihracat ve sanayi merkezli büyüme modelinde köklü bir revizyon anlamına geliyor.

      Küresel Denge Arayışı

      Çin’in ticaret fazlası meselesi, aslında küresel ekonominin daha geniş bir sorununu yansıtıyor. Bir yanda sürekli fazla veren ülkeler, diğer yanda kronik açık yaşayan ekonomiler var. Bu dengesizliklerin kalıcı hale gelmesi, ticaret savaşları ve korumacılık riskini artırıyor.

      Kalıcı bir çözüm, sadece Çin’in değil, tüm büyük ekonomilerin ortak çabasını gerektiriyor. Fazla veren ülkelerin daha fazla ithalat yapması, açık veren ülkelerin de üretim gücünü artırması gerekiyor. Ancak mevcut jeopolitik ortamda böyle bir iş birliği kolay görünmüyor.

      Devamını Oku

      ANALİZ: 2026’ya Girerken Dünyayı Şekillendirecek 5 Büyük Dalga

      ANALİZ: 2026’ya Girerken Dünyayı Şekillendirecek 5 Büyük Dalga
      0

      BEĞENDİM

      ABONE OL

      2025 yılı küresel ekonomi açısından belirsizliklerin, ticaret gerilimlerinin ve yavaş büyümenin öne çıktığı bir dönem oldu. Ancak asıl kritik eşik, birçok yapısal eğilimin aynı anda güç kazandığı 2026 olacak gibi görünüyor. Önümüzdeki yıl, günlük dalgalanmalardan çok daha derin ve uzun vadeli beş ana eğilimin dünya ekonomisini belirlemesi bekleniyor. Bu eğilimler, ülkelerin refahını, şirketlerin kârlılığını ve sıradan insanların hayatını doğrudan etkileyecek.

      1. Çin’in Sanayi Hakimiyeti Genişliyor

      2026’ya doğru en belirgin eğilimlerden biri, Çin’in küresel sanayideki ağırlığını daha da artırması olacak. Son yirmi yılda Çin; gemi inşası, batarya, elektrikli araç, güneş paneli ve drone gibi sektörlerde dünya liderliğine yükseldi. Şimdi ise daha önce Batılı devlerin “dokunulmaz” kabul edildiği alanlara yöneliyor. Uzay teknolojileri, ileri çip üretimi, biyoteknoloji, kimya ve yüksek hassasiyetli makine üretimi bu alanların başında geliyor.

      Bu yükseliş tesadüfi değil. Çin’in izlediği model, devlet destekli yoğun rekabet üzerine kurulu. Önce belirli sektörler sübvansiyonlarla destekleniyor, ardından bu destekler kademeli olarak azaltılıyor. Ayakta kalan şirketler ise küresel ölçekte rekabet edebilen devlere dönüşüyor. Bu yöntem her sektörde başarılı olmasa da, genel eğilim Çin’in daha fazla alanda söz sahibi olacağına işaret ediyor.

      2. Ticaret Savaşları Yayılıyor

      Çin’in artan rekabet gücü, doğal olarak diğer ülkelerin tepkisini çekiyor. 2026’da ticaret savaşlarının yalnızca Çin ile sınırlı kalmayıp daha geniş bir alana yayılması bekleniyor. Bugüne kadar uygulanan gümrük vergileri ve kısıtlamalar, giderek daha fazla ülkeyi kapsıyor. Gelişmiş ekonomiler kendi sanayilerini korumak isterken, gelişmekte olan ülkeler de benzer baskılarla karşı karşıya kalıyor.

      Bu süreç, küresel düzenin tek merkezli olmaktan çıkıp çok kutuplu hale gelmesiyle yakından ilişkili. Artık ülkeler askeri güçten ziyade ekonomik araçları daha sık kullanıyor. Gümrük vergileri, yaptırımlar, ihracat yasakları ve yerelleştirme politikaları, yeni dönemin temel enstrümanları haline geliyor. Ancak bu eğilimin düz bir çizgide ilerlemesi de garanti değil. Zaman zaman geri adımlar ve geçici yumuşamalar görülebilir.

      3. Kamu Borcu Sınırına Dayanan Devletler

      Bir diğer güçlü eğilim, kamu borçlarının hükümetler için giderek daha büyük bir kısıt haline gelmesi. Gelişmiş ülkelerde nüfus hızla yaşlanıyor. Emekli maaşları ve sağlık harcamaları artarken, bu yükü taşıyacak çalışan nüfus azalıyor. Aynı zamanda faiz oranlarının yükselmesi, borcun çevrilmesini daha pahalı hale getiriyor.

      Birçok ülke, geçmiş krizlerde ekonomiyi desteklemek için borçlanmayı alışkanlık haline getirdi. Ancak bu yöntem artık sınırına yaklaşıyor. 2026’da yüksek borçlu ülkelerin daha zor kararlarla karşı karşıya kalması bekleniyor. Ya harcamalar kısılacak, ya vergiler artırılacak ya da enflasyon ve para birimi değer kaybı göze alınacak. Bu tablo, özellikle sabit gelirli vatandaşlar için önemli sonuçlar doğurabilir.

      4. Yapay Zekâ Balonu Henüz Patlamıyor

      Son yılların en çok konuşulan alanlarından biri yapay zekâ. Piyasada bir balon olduğu yönünde ciddi tartışmalar var. Değerlemeler yüksek, beklentiler çok iddialı. Buna rağmen 2026’da bu balonun patlaması beklenmiyor. Bunun iki temel nedeni var.

      Birincisi, yapay zekâ teknolojilerinin henüz çok erken bir aşamada olması. İnternetin ilk yıllarında olduğu gibi, gerçek dönüşüm yeni başlıyor. İkincisi ise bazı büyük oyuncuların hâlihazırda ciddi gelirler elde etmesi. Örneğin Nvidia gibi şirketler, yapay zekâ altyapısından bugünden kâr yazabiliyor. Bu durum, piyasanın bir süre daha yüksek beklentileri tolere edebilmesini sağlıyor. Ancak bu, riskin ortadan kalktığı anlamına gelmiyor; sadece ertelendiğini gösteriyor.

      5. Tayvan Üzerindeki Jeopolitik Risk

      2026 için en yüksek risk barındıran başlıklardan biri, Tayvan çevresinde yaşanabilecek gelişmeler. Askeri bir işgalden ziyade, deniz ve hava yoluyla bir kuşatma ya da fiili abluka senaryosu daha olası görülüyor. Böyle bir adım, uluslararası hukuk açısından gri bir alan yaratırken, küresel ekonomi için son derece yıkıcı sonuçlar doğurabilir.

      Tayvan, enerji ve hammadde açısından büyük ölçüde dışa bağımlı. Olası bir abluka, kısa sürede üretimi ve günlük hayatı durma noktasına getirebilir. Dahası, yarı iletken tedarik zincirinin kalbi olan bu bölgedeki bir kriz, dünya genelinde sanayiyi felç edebilir. Böyle bir senaryonun gerçekleşme olasılığı düşük olsa da, etkileri o kadar büyük ki göz ardı edilmesi mümkün değil.

      Günlük Dalgalanmalardan Büyük Resme

      Bu beş eğilimin ortak noktası, kısa vadeli haber akışlarından ziyade uzun vadeli yapısal dönüşümlere dayanması. Küresel ekonomi her zaman sürprizlere açık olsa da, demografi, borç, teknoloji ve jeopolitik gibi alanlarda yön belli olmaya başladı. 2026, bu yönlerin daha net hissedildiği bir yıl olabilir.

      Sıradan vatandaş için bu tablo; daha pahalı finansman, daha fazla ticaret gerilimi ama aynı zamanda yeni teknolojilerle değişen iş yapma biçimleri anlamına geliyor. Şirketler içinse belirsizlikle birlikte büyük fırsatlar da barındırıyor. Ülkeler açısından bakıldığında ise ekonomik dayanıklılık, askeri güçten bile daha önemli hale geliyor.

      Devamını Oku

      Darbe Girişimi Sonrası Kamu Görevlilerinin İhracı… Aihm: 1 Ocak 2026’dan İtibaren Beklenen Başvuru Dalgasına İlişkin Özel Tedbirler Alınacak

      0

      BEĞENDİM

      ABONE OL

      Haber: Melis YILDIRIM

      (ANKARA) – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye‘de 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası kamu görevlilerinin ihracına ilişkin AİHM’e yapılan başvuruların “idari olarak etkin bir şekilde yönetilmesi” amacıyla 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren birtakım özel tedbirlerin yürürlüğe gireceğini bildirdi. AİHM’den yapılan açıklamada, “Mahkeme Başkanı, adalet sisteminin sağlıklı bir şekilde işletilebilmesi amacıyla, Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından beklenen başvuru dalgasının yönetilmesine yönelik birtakım özel idari tedbirler alınması gerektiğine karar vermiştir” ifadelerine yer verildi.

      AİHM, “Kamu görevlilerinin meslekten ihracına ilişkin Türkiye aleyhine yapılan kitlesel başvuruların incelenmesine yönelik özel tedbirler” konulu yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, şunlar kaydedildi:

      “Türkiye’de 2016 yılında gerçekleşen darbe girişiminin ardından devlet memurları, yargı mensupları, askeri personel ve diğer kamu görevlilerinin meslekten ihracına ilişkin AİHM’e yapılan başvuruların idari olarak etkin bir şekilde yönetilmesi amacıyla, 1 Ocak 2026 tarihi itibarıyla bir takım özel tedbirler yürürlüğe girecektir.

      2025 yılının Ekim ayı ortasından bu yana Mahkeme’ye, devlet memurlarının, yargı mensuplarının, askeri personel ve diğer kamu görevlilerinin meslekten ihracına ilişkin Türkiye aleyhine çok sayıda başvuru yapılmıştır. Mahkeme yakın gelecekte, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında aynı veya benzer şikayetleri içeren kitlesel bir başvuru dalgası gerçekleşebileceğini öngörmektedir. Bu çerçevede, Mahkeme Başkanı, adalet sisteminin sağlıklı bir şekilde işletilebilmesi amacıyla, Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından beklenen başvuru dalgasının yönetilmesine yönelik birtakım özel idari tedbirler alınması gerektiğine karar vermiştir.

      Bu tedbirlerin arasında, başvuruların bir kapak sayfasıyla sunulması, başvurucuların Mahkeme’nin internet sitesinde yer alan resmi başvuru formunu indirmesi ve elektronik olarak doldurması ve hem kapak sayfasının hem de başvuru formunun her bir başvurucu için ayrı ayrı doldurulması, çıktılarının alınması ve bu şekilde gönderilmesi bulunmaktadır.

      Söz konusu başvurularda başvurucuların, başvuru formunda açıkça belirtilmesi gereken meşru bir mazeret sundukları durumlar haricinde, Mahkeme’nin Elektronik İletişim Hizmetleri (eComms) aracılığıyla yapacakları yazışmalarında kullanacakları bir e-posta adresi bildirmeleri zorunludur. Bu başvuruların incelenmesine ilişkin süreç hakkında iletişim, Mahkeme tarafından basın bildirileri aracılığıyla yürütülecektir.”

      İç hukuk yolları tamamlanınca başvuruların arttığına işaret edildi

      Açıklamada, yer alan arka plan bölümünde, “2025 yılının Ekim ayı ortasından bu yana Mahkeme’ye, devlet memurları, yargı mensupları, askeri personel ve diğer kamu görevlilerinin ulusal güvenliğe karşı tehdit oluşturan yapılara, özellikle de Türk makamları tarafından ‘Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması – FETÖ/PDY’ olarak tanımlanan örgüte mensup olmaları iddiasıyla veya bu yapılarla olan iltisakları ve irtibatları nedeniyle, meslekten ihracına ilişkin Türkiye aleyhine çok sayıda başvuru yapılmıştır. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından gerçekleşen bu ihraçların sonrasında Türkiye’deki idare mahkemeleri ve Anayasa Mahkemesi önünde birçok dava açılmış ve konuya ilişkin Anayasa Mahkemesi birkaç ilke kararı vermiştir. Son dönemde AİHM’e yapılan başvuru sayısındaki artışın bu kararları takiben gerçekleştiği gözlemlenmiştir” tespitine yer verildi.

      “Bu denli yüksek sayıdaki başvurunun, olağan bir şekilde işleme alınması mümkün görünmüyor”

      Tedbirler…

      Mahkeme Başkanı’nın Mahkeme İç Tüzüğü’nün 9. maddesi uyarınca sahip olduğu yetki çerçevesinde adalet sisteminin sağlıklı bir şekilde işletilmesi ve meslekten ihraç davaları kategorisi kapsamında sunulan bu başvuru grubunun idari açıdan etkin bir şekilde ele alınabilmesi amacıyla, Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından özel tedbirler alınması gerektiğine karar verdiği aktarılarak, söz konusu tedbirler şöyle belirtildi:

      “Başvurular Mahkeme’ye, https://www.echr.coe.int/web/echr/coverpage-tur adresinden temin edilebilecek bir kapak sayfası eşliğinde sunulmalıdır. Bu belgeye ayrıca Mahkeme’nin internet sitesindeki ‘Applications (Başvurular) – Applicants – Other languages (Başvurucular –

      diğer diller) – Türkçe’ sekmesi üzerinden ulaşılabilir. Bu kapak sayfası, başvuruların doğru bir şekilde tespit edilmesini, kaydedilmesini ve işleme alınmasını kolaylaştırmak için hazırlanmış önemli bir idari belge olup, Mahkeme’nin resmi başvuru formunu ikame etmeyecek ve şikayetlerin hukuki değerlendirmesini yapmak amacıyla kullanılmayacaktır. Kapak sayfasındaki tüm alanların elektronik olarak doldurulması ve daha sonra kapak sayfasının çıktısının alınması zorunludur. Çıktısı alınan kapak sayfasının üzerinde her bir başvurucuya özgü bir QR kod bulunacaktır. Bu kapak sayfasının Mahkeme’ye gönderilen başvuru formunun en üstüne konulması gerekmektedir.

      Kapak sayfasında yer alan sorular, başvuru sürecini daha sistemli bir şekilde yürütebilmek amacıyla, Mahkeme’ye şimdiye kadar gelen benzer başvurulardaki ortak unsurlar ışığında geliştirilmiştir. Başvurucuların sorulara doğru ve gerçeğe uygun şekilde cevap vermesi beklenmektedir.

      Yazı İşleri Müdürlüğü’nün idari ihtiyaçları ve iç hukuktaki gelişmeler doğrultusunda kapak sayfası zaman zaman güncellenebileceğinden, başvurucuların yukarıdaki internet adresinde yer alan kapak sayfasının en son versiyonunu kullandıklarından emin olmaları tavsiye edilir.

      Ayrıca başvurucular, Mahkeme’nin internet sitesinde yer alan resmi başvuru formunu kullanmaya devam etmelidir. Mahkeme’nin internet sitesinden indirilen ve başvurucunun bilgilerinin doğrudan Mahkeme’nin veri tabanına kaydedilmesini kolaylaştıran kişiye özgü bir barkod bulunduran bu başvuru formu, elektronik olarak doldurulmalıdır. Doldurulan form kaydedilmeli ve Mahkeme’ye gönderilmek üzere çıktısı alınmalıdır. Başvurucunun şikayetleri münhasıran, Mahkeme İç Tüzüğü’nün 47. maddesine uygun olarak doldurulmuş olması gereken bu formun içeriği üzerinden değerlendirilecektir. Başvuru formu doldurulurken Mahkeme İç Tüzüğü’nün 47. maddesine riayet edilmemesi, başvuruların Mahkeme tarafından incelenmemesine yol açabilir.

      Hem başvuru formu hem de kapak sayfası, bir temsilci tarafından birden fazla başvurucu adına başvuru yapılması durumunda dahi, her bir başvurucu için ayrı ayrı doldurulmalı ve çıktıları alınmalıdır.”

      Açıklamada, “Bu talimatlara riayet edilmemesi, özellikle de kapak sayfasının gönderilmemesi, zorunlu ve kaçınılmaz olarak başvurunun işleme konulmasında kayda değer gecikmelere sebep olacaktır” uyarısında bulunuldu.

      Kaynak: ANKA / Güncel
      Devamını Oku

      Hong Kong Özel İdari Bölgesi: Uluslararası Af Örgütü’nün Bölgemizdeki Gözaltı Yönetimine İlişkin Sözde Raporunu Kınıyoruz

      0

      BEĞENDİM

      ABONE OL

      HONG KONG, 19 Aralık (Xinhua) — Hong Kong Özel İdari Bölgesi yönetiminin Cezaevi Hizmetleri Departmanı Sözcüsü, Uluslararası Af Örgütü’nün yayımladığı ve departmanın yürüttüğü meşru gözaltı yönetimini karalayan sözde araştırmayı güçlü şekilde kınadıklarını söyledi.

      Sözcü perşembe günü yaptığı açıklamada Hong Kong’daki gözaltındaki kişilerin durumuyla ilgili sözde araştırmanın gerçekleri çarpıttığını ve temelsiz olduğunu belirtti. Sözcü, gözetime yönelik mahkeme emrini ihlal ederek ulusal güvenliği tehlikeye atan eylem ve faaliyetlerde bulunmak üzere Hong Kong’dan firar eden Çin karşıtı kaçakların anlattığı çeşitli yalanlara dayanan araştırmanın, Cezaevi Hizmetleri Departmanı’nın yasalara uygun olarak yürüttüğü meşru gözaltı yönetimini karalamayı amaçladığını kaydetti.

      Uluslararası Af Örgütü’nün, insan haklarını koruma iddiası kisvesine bürünmüş Çin karşıtı bir örgüt olduğunu ifade eden sözcü, departmanın daha önce verdiği yazılı yanıta tam olarak yer verilmeyen örgütün sözde araştırmasında çarpık bir tablo çizilmeye çalışıldığını belirtti.

      Sözcü, mahkumlara karşı gereksiz şekilde güç veya aşırı güç kullanan herhangi bir departman görevlisinin, disiplini ihlal etmiş olacağını ve bu gibi durumlarda ceza da alabileceğini vurguladı.

      Cezaevi Hizmetleri Departmanı’nın gözaltındaki kişilerin haklarının korunmasını sağlamak üzere mekanizmalar oluşturduğunu ifade eden sözcü, gördükleri herhangi bir muamele nedeniyle mağduriyet yaşadıklarını düşünen gözaltındaki kişilerin, departman içi ve departman dışı çeşitli kanallar aracılığıyla şikayette bulunabileceklerini söyledi.

      Kaynak: Xinhua / Güncel
      Devamını Oku

      Şakalaştığı okul arkadaşı, taşla Hasan Berat’ı hastanelik etti

      0

      BEĞENDİM

      ABONE OL

      KONYA’da 8’inci sınıf öğrencisi Hasan Berat Güldağı (13), şakalaştığı okul arkadaşı T.F.’nin (13) attığı taşla başından yaralandı. Yoğun bakım ünitesine kaldırılan Hasan Berat’ın kırıklar oluşan kafatası, titanyum parçalarıyla tedavi edildi. Taha Güldağı, oğlunu yaralayan T.F.’nin 6 gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldığını belirterek, “Ben çocuğumu hastaneden çıkarmadan, diğer çocuk tahliye oluyor ve sosyal medya hesaplarından ‘Baba tahliye’ diye paylaşım yapıyor. Adalet istiyoruz” dedi.

      Mehmet Beğen Ortaokulu öğrencisi Hasan Berat Güldağı, 8 Aralık’ta okul takımının antrenmanına gitti. Antrenman çıkışı Güldağı ile okul ve takım arkadaşı T.F. yolda yürürken şakalaşmaya başladı. T.F. iddiaya göre bir süre sonra, Hasan Berat Güldağı’nın önce ayağına, sonra da başına taş attı. Başından yaralanan Güldağı, kaldırıldığı hastanede yoğun bakım ünitesinde tedaviye alındı. Buradaki tedavisinin ardından Hasan Berat Güldağı, taburcu edildi. Hastanede fizik tedaviye devam eden Hasan Berat Güldağı, yaşadıklarını anlattı:

      “Okul takımın antrenmanına gittik. Çıktık oradan, giderken şakalaştık. Dart falan attık birbirimize. İlk başta ayağıma taş attı. Biraz durdum, ayağıma baktım bir şey var mı diye. Ondan sonra ‘Ne yapıyorsun, yürüyemiyorum, çok ağrıdı’ dedim. O da beni itti. O sırada yerden taş aldı, kafama attı. Çok yakındık zaten. Yandaki ablalar yardım etti, beni hastaneye götürdüler. Yoğun bakıma aldılar. Her yerim çok ağrıyordu. Çok kanadı. Ameliyat oldum çıktım. Bacaklarımda ve kollarımda çok ağrı oldu. Geceleri hiç uyuyamadım ağrıdan. Hala fizik tedavim devam ediyor” diye konuştu.

      ‘TAHLİYE OLMASINA TEPKİ’

      Taha Güldağı oğlunu yaralayan T.F.’nin 6 gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldığını belirterek, şunları söyledi:

      “Bana, telaş yapmayayım diye düşme olayı dediler. Hastaneye gittiğimde, kötü bir durumla karşılaştık. Kafatasında ezilme, kırık parçaları varmış. Beyin zarında yırtılmış, beyin hava almış. Meram’daki hastaneden Konya Şehir Hastanesi’ne sevk olduk. Yoğun bakımda kaldı. Beyinde kanama olduğu için ertesi gün ameliyata alamadılar. Kanı yavaşlatmak için ilaç tedavisi sonrası ameliyata aldılar ve 4 saat süren ameliyat oldu. Beynindeki kemikler o kadar parçalandığı için kemikleri yerine koyamamışlar ve titanyum parça takmışlar. 36 tane vidayla tutturmuşlar kafasına. Üzücü bir olay. Pıhtı attığı için de sol kolunu tam kullanamıyor. Ayaklarında da sorun var. Fizik tedavisi görüyor. Çok üzgünüz. Biz hastanede halen tedavi görürken oğlumu yaralayan çocuk, nasıl serbest bırakılıyor. Daha biz hastanede yatarken serbest kaldı. Nasıl adalet sistemi? Ben hastaneden çocuğumu çıkaramadan, diğer çocuk tahliye oluyor ve sosyal medya hesaplarından ‘Baba tahliye’ diye paylaşım yapıyor. Çocukta bir çekinme yok. Yapılan çok güzel bir hareketmiş gibi paylaşımda bulunuyor. Biz adalet istiyoruz. Oğlum, 8’inci sınıf öğrencisi ve LGS sınavına girecek, derslerinden geri kaldı. Sınava nasıl girecek.”

      Kaynak: Demirören Haber Ajansı / Güncel
      Devamını Oku